Cebenoyan hayatını kaybederken, yanındaki eşi Ayşegül Cebenoyan kazadan yaralı kurtuldu. Ablası Yasemin Cebenoyan’ı yazar Onat Kutlar’la terör örgütü PKK tarafından Taksim’de düzenlenen bombalı saldırıda; 2 yaşındaki oğlu, annesi ve babasını ise 1999 depreminde Yalova’da kaybeden Cebenoyan’ın acı haberi sevenlerini yasa boğdu.
BİRGÜN Gazetesi yazarlarından Cüneyt Cebenoyan (59), Konya Seydişehir’de dün 09.00 sıralarında kullandığı 34 ZE 3553 plakalı otomobilin direksiyon hâkimiyetini kaybetti. Cebenoyan önce aynı yönde seyir halinde olan Osman B. yönetimindeki otomobile arkadan çarptı, ardından demir bariyerlere saplandı. Kazayı gören diğer sürücülerin ihbarı üzerine olay yerine sağlık, itfaiye ve polis ekipleri sevk edildi. Hurdaya dönen otomobilde sıkışan Cüneyt Cebenoyan ile eşi Ayşegül Cebenoyan itfaiye ekibince araçtan çıkartıldı. Ancak Cüneyt Cebenoyan sağlık ekiplerinin müdahalesine rağmen olay yerinde hayatını kaybetti. Yaralı eşi ise Seydişehir Devlet Hastanesi’ne kaldırılarak tedavi altına alındı.
Cebenoyan’ın yayın hayatına başladığı günden itibaren yazdığı Birgün Gazetesi’nin Yönetim Kurulu Başkanı İbrahim Aydın, yaptığı açıklamada “Gazetemizin çıktığı günden bu yana her koşulda yan yana, omuz omuza olduğumuz, çok değerli yazarlarımızdan birisiydi Cüneyt. Özellikle sinema alanındaki yazılarıyla bütün okurlarımızın zevkle okuduğu, kültür-sanat dünyamıza büyük katkıları olmuş bir yazarımızdı. Çok üzgünüz. Gazetemizin, ailesinin ve sevenlerinin başı sağ olsun” dedi.
‘ZAMAN TEDAVİ ETMEZ’
1999 depreminin 14’üncü yılında, 2015’te yazdığı köşe yazısında yaşadığı acıları dile getiren Cüneyt Cebenoyan, “Zaman tedavi etmez” diye başlık atmıştı. “Üzerinden 14 yıl geçmiş ama ben o sarsıntının etkisindeyim. Ne kendi duygularımı doğru dürüst biliyorum, ne de hayatımın nasıl değiştiğinin çok farkındayım. Çünkü hâlâ sallanıyorum, hâlâ kendimde değilim” diyen Cebenoyan önce kardeşi Yasemin’in ölümüyle ailesinin nasıl bir yıkıma uğradığını şöyle anlatmıştı:
“30 Aralık 1994’te bir bomba patladı. The Marmara Oteli’ndeki Opera Pastanesi’ne Deniz Demir adlı bir PKK militanı bomba koymuştu. Onat Kutlar eşi Filiz’le buluşacaktı o pastanede o gün. Ablam da arkadaşı Beyza’dan doğum günü hediyesini alacaktı. Yasemin bomba patlar patlamaz, Onat abi 11 gün yaşam mücadelesi verdikten sonra hayatını kaybetti. Yasemin’in ölümü ailemizi darmadağın etti. Annem bir daha eskisi gibi olmadı. Yasemin için şiirler, kitaplar yazdı, anma toplantıları düzenledi. Eskisi gibi olmak istemiyordu zaten.”
Cebenoyan, T24’e verdiği röportajında ise ablasının ve yazar Onat Kutlar’ın PKK tarafından öldürülmesi karşısındaki sessizliğe tepki göstermişti. “Katile katil demezseniz, mağdura da mağdur dememiş olursunuz” diyen Cebenoyan, “Ablamı ve Onat Kutlar’ı PKK öldürdü; bu sessizlik istisna değil” diye konuşmuştu.
HALANIN YILDÖNÜMÜNDE
Çocukları Ali, tam da halası Yasemin’in öldüğü gün 30 Aralık’ta dünyaya geldi. Cebenoyan yazısında o dönemi şöyle anlatmıştı: “1997’nin 30 Aralık’ında annem ve babam Yasemin’in anma toplantısındayken Ayşegül Ali’yi doğuruyordu. Kaderin çok acayip bir tesadüfüydü. Ali... Mavi gözlü, siyah saçlı, gürbüz bir bebek olarak doğduğunda, ağladım. Her görenin aman nazar boncuğu takın dediği bir çocuk güzeliydi. Doğacak çocuğumuzla Yasemin’in geri gelmesini bekleyen annem Ali’ye alışmakta çok zorluk çekti. Babam zaten Ali’yle hemen aşk yaşamaya başlamıştı. Ali de dedesine çok düşkündü.”
YALOVA’DA ÖLÜ YALIÇAPKINI
1999’un Ağustos ayında ise torunları Ali’yi alıp Fethiye’ye tatile gitmek isteyen anne babasına, otomobillerinin arka koltuğunda emniyet kemeri olmaması ve bebek koltuğunun bağlanmaması engel olmuştu. Bunun üzerine Fethiye seyahatinden vazgeçmişler ve Yalova Yüksel Sitesi’ndeki yazlıklarına gitmişlerdi. Ablası Yasemin’in ölümünden sonra yıllardır yüzü gülmeyen annesinin oğlu Ali’den söz ederken gözlerinin içinin güldüğünü yazan Cüneyt Cebenoyan, şöyle devam etmişti: “Ali’ye şişme bir havuz almıştık. Havuzu şişirtmek için benzinciye giderken, yol kenarında ölü bir yalıçapkını kuşu gördüm. Yalıçapkınını Yalova’da daha önce hiç görmemiştim. Güney Ege’de veya Akdeniz bölgesinde görmüşlüğüm vardı, bu harika güzellikteki kuşlardan ama Yalova’da, Marmara’da? İlk kez görüyordum ve o da ölüydü. Bu garip imge kafama çakılıp kaldı. Sanki kötü bir şeyler olacağının habercisi gibiydi. Kuşa üzülmüştüm ama üzerinde de durulacak bir şey değildi. Bunlar tabii ki anlamsız tesadüfler ama insan aklı en anlamsız şeylerden anlamlar çıkarır. Benim zihnim de sonra hep bu yalıçapkınını hatırlayacaktı.”
‘YÜKSEL SİTESİ YOKTU’
17 Ağustos 1999 gecesi yaşanan Marmara Depremi, binlerce aile gibi Cebenoyan Ailesi’ni de acıya boğdu. Depremin merkezinin Gölcük olduğunu öğrenince hemen yola çıktığını ve ailesinin kaldığı Yüksel Sitesi’ne gittiğini yazan Cebenoyan, o gün yaşadıklarını ve sonrasını şöyle yazmıştı:
“Yüksel Sitesi yoktu. Çevresindeki birçok site az hasarla ya da hasarsız atlatmıştı depremi ama bizim site tuzla buz olmuştu. Yanlış yere geldiğimi sandım. Ve sonra enkaz kaldırma çalışması başladı. Ancak birkaç gün sonra Ali’nin oyuncakları ve giysileri çıkmaya başladı enkazdan. Artık yaşama şansları kalmamıştı. Ve Ayşegül’le ben, o an orada olmak istemedik. Arkadaşlarımız ve akrabalarımız çıkardı Ali’yi, annem Tuncay’ı ve babam Hikmet’i. Hayatımız kökünden değişti sonrasında. Ayşegül de ben de işimizden ayrıldık. Ayşegül psikoloji okudu, ben önce radyoya döndüm, sonra Birgün’de çalışmaya başladım. Psikolojik yardım almaya başladım. Deprem benden hem geçmişimi hem de geleceğimi aldı. Anne, baba ve çocuk... Bir anda annesiz ve babasız bir çocuk ve çocuksuz bir baba haline geldim 1999’da. Yasemin’in öldüğü gün doğan ve nihayetinde annem ve babamı hayata döndüren Ali, annem ve babamla birlikte bu dünyadan ayrılmıştı. Hayat devam etti. Bir erkek bir de kız çocuğu istemiştik; Ali’nin kardeşi Elif 2001 sonunda doğdu. Keşke abisi, dedesi, babaannesi, halası da hayatta olsalardı. Ama ben yine çocuklu bir babayım ve kızım bizi çok mutlu ediyor. Büyük travmalar yaşamamış insanlar zamanla bazı şeylerin izinin kalmaması gerektiğini sanıyorlar. ‘Aradan bilmem kaç yıl geçmiş, artık bazı şeylerin bir anlamı kalmamış olması gerek’ diye düşünüyorlar. Bazen en yakınındaki insan en anlayışsız ve en acımasız davranan olabiliyor. Oysa, zaman bazen hiçbir şeyi çözmüyor. Yara içten içe işlemeye devam ediyor.”