Tedavi gördüğü dönemi ve sonrasını anlatan güzel oyuncu fotoğrafın altına şunları yazdı;
İnsan, başına ne geleceğini bilemiyor da, seçemiyor da. Gelen iyi bir şeyse, ya fark etmiyor, ya da fark edip mutlu oluyor, ardından devam ediyor yoluna. Gelen kötü bir şeyse, ya yırtıyor, sonra zannediyor ki dersler alacak, değişimler yaşayacak, hiç bir şey eskisi gibi olmayacak. Ya da yırtmazsa, gerisi çile, veya boşluk, hiçlik zaten.. Ben "yırtanlar"danım. Şanslılardan.Hiçliğin ne kadar yakınına bilmiyorum ama, kıyısına gelip, virajı alabilip, direksiyonu toparlayanlardan.
Hep söylüyorum: Yırtanlar için konuşmak kolay. Basit değil asla; ama kolay. 'Artık', en azından. Gelen kötü şeyle hem empati yapabilip, hep dibini görmeyip, aynı anda hem şanslı hem suçlu hissetmek değil kolay olan tabi. Konuşmak kolay. Bölge gri. Bölge karışık. Hiç bir şey aynı değil gibi, ama aynı da. O alınacak zannedilen dersler, yaşanacak zannedilen değişimler, hayata daha farklı bakmalar, daha fazla mutlu olmalar, daha az üzülmeler... Yani kısaca 'akıllanmalar...' Yok. Yoksa var mı? Dedim ya, gri. Dünyanın tüm güzelliğine karşın insanoğlunun çirkinliğine, insanoğlunun tüm güzelliğine karşın bazılarının iğrençliğine, büyük resmi görüp aslında kimseye kızamama hissine karşın tahammülün bittiği hissine, doğanın ve evrenin mükemmelliğini görüp her şeyin saçma olması hissine karşın günlük insanî dertlere, çekip gitme isteğine karşın kalıp direnme dürtüsüne, öğrenerek büyüdüğünü bilmeye rağmen, bilmeyerek daha mutlu olmayı istemeye...
Bunların hepsine 'yaşamak' demişken, üstüne eklenen, 'unutmaman gereken' veya 'kendine sürekli hatırlatman gereken' evren için küçük, senin için aslında çok büyük bir cümlen daha oluyor. İşte: 'Sen, yırttın.' 2 sene önce bu zamanlar, "Holley! Mutant olma ihtimaline en çok yaklaştığım an" diyerek, bünyemin tüm fantastikliğini duruma yükleyip, sonradan fark edip hayran kalacağım savunma mekanizmamla o kurşun kaplı odaya girmiştim. Fotoğrafı babam çekmiş. Doktor bana, sonraki 2 gün boyunca yaşayacaklarımı anlatırken, annem ve babama da artık ufak ufak vedalaşmalarını söylüyordu. Babam da 'eminim yaşlı gözlerle' kaydetmiş bu anı. El sallıyorum. Hiç hatırlamıyorum.