‘Kobani düşerse çözüm süreci biter’ sözünü dillendirenlerle, kanlı sokak siyasetinden medet umanların aynı kişiler olduğunu belirten Doç.Dr. Fahrettin Altun, çözüm sürecinin Kobani bahanesiyle sonlandırılmaması gerektiğini söyledi.
Kürtlerin özerklik ilan ettiği Rojova bölgesinin üç kantonundan biri olan ve Cezire ile Afrin kantonlarının ortasında yer alan Kobani’nin simgesel değeri, IŞİD’in saldırılarıyla artmış oldu. IŞİD’in Kobani’ye yönelik saldırılarına tepki olarak ülke genelinde yayılan protestolar ve müdahaleler çözüm sürecinin akıbeti ile ilgili tartışmaları da beraberinde getirdi. Kobani’nin Kürt siyaseti açısından simgesel bir değer kazanmasının yeni bir durum olduğunu belirten SETA İstanbul Genel Koordinatörü Doç. Dr. Fahrettin Altun, mücadele devam ederken gündeme gelen zulüm ve kahramanlık hikayelerinin Kobani’nin mitleştirilme sürecini hızlandırdığını söyledi.
Kobani’nin, Türkiye’deki Kürt kamuoyunun gündemine IŞİD saldırılarıyla girdiğini belirten Doç.Dr. Fahrettin Altun, “2014 yılının başında Batı Kürdistan Demokratik Özerk Yönetimi, Rojova’ya ilişkin üç kantonlu ve üç dilli bir yönetim modelini hayata geçirdi. Kobani, PYD’nin ele geçirdiği ve kanton kurduğu, bir başka deyişle iktidarını hissettiği ilk bölge. Rojova, Kürtlerin devlet miti açısından anlamlı olduğu için Kobani de anlamlı. Rojova kazanımı, Kürtlerin geç kalmış modernlik hissiyle birleştiğinde bir tür radikalizm çıkıyor ortaya. Tek boyutlu bir politik bilinç, belki de bir bilinç yaralanması gündeme geliyor” şeklinde konuştu.
‘Kobani düşerse çözüm süreci biter’ sözünün, çözüm sürecinin mantığını kavrayamamak anlamına geldiğini ifade eden Fahrettin Altun, şunları söyledi: “Çözüm sürecinin en önemli özelliği muhatapların masaya şart koşmaksızın oturmayı becerebilmesi. Ben masadaki tarafların bunu görmeye devam ettiğini düşünüyorum. ‘Kobani düşerse çözüm süreci biter’ sözünü dillendirenlerle, kanlı sokak siyasetinden medet umanlar aynı kişiler. Kobani bahanesi ile çözüm sürecini sonlandırmak isteyenler, çözüm süreci nihayete erdiğinde tasfiye edileceğini düşünen aktörler. Bu aktörler, bazı uluslararası aktörlerden de destek alarak süreci yürütüyor. Şu anki çatışmaların daha öncekilerden farkı, Doğu ve Güneydoğu bölgesinde yeniden 1990’ların çatışma ortamını tetikleyebilecek bir tarzda örgütleniyor oluşu.”
“ÇÖZÜM SÜRECİ ORTADOĞU’NUN EN ÖNEMLİ BARIŞ PROJESİDİR”
Kobani’de yaşanan zulümlerin vicdan sahibi hiç kimsenin sessiz kalabileceği türden olmadığını belirten Fahrettin Altun, sözlerini şöyle sürdürdü: “Suriye’nin bütününde, Irak’ta, Filistin’de ya da dünyanın herhangi bir yerinde zulüm zulümdür ve zulmün hiyerarşisi olmaz. Bugünlerde ‘Türkiye’de yaşayan demokratlar Kobani meselesine çözüm süreci perspektifinden bakmayı bıraksınlar’ sözüne çok muhatap oluyoruz. Bu sözü iki nedenle sorunlu buluyorum. Birincisi, çözüm süreci sadece Türkiye’nin değil Ortadoğu’nun en önemli barış projesidir ve bu nedenle onu sahiplenmek, her ne olursa olsun gündelik politik yahut ideolojik çıkarlara yedirmemek gerekir. İkincisi, söz konusu olan zulümlere karşı çıkmaksa, Beşar Esed’in Suriye’nin herhangi bir bölgesinde yaptığı zulümle IŞİD’in Kobani’de yaptığı zulmün ontolojik düzlemde bir farkı olduğunu düşünmüyorum”
“BDP-HDP SOKAK ÇATIŞMALARINDAN MEDET UMMAMALI”
BDP ve HDP’li milletvekili ve belediye başkanlarının sınırda gösterdikleri tepkileri değerlendiren Altun, “Bir partinin kendi kitlesini sokağa davet etmesinin, o partiye ve siyasi geleneğe nasıl zarar verdiğini siyasi tarihimize kısmen de olsa aşina olanlar bilir. Keşke bu süreçte HDP-BDP çizgisi Türkiyelilik kavramı etrafında bir siyaset üretmeyi becerebilmiş olsaydı. BDP-HDP siyaseti sokak çatışmalarından medet uman bir noktaya gelmemeli. Bu Türkiye siyasal kültürüne ve HDP-BDP çizgisine zarar verir. Meşruiyetlerini kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kalırlar. Cumhurbaşkanlığı seçimlerine doğru giderken tanıdığımız Selahattin Demirtaş ile bu süreçte karşımıza çıkan Selahattin Demirtaş arasında ciddi mahiyet farkları var. HDP-BDP siyasetinin önümüzdeki dönemde iki büyük imtihanı olacak. Birincisi kendisini radikalizmin kıskacından kurtarmak ve ikincisi dar bir kimlikçi siyasetin ötesine geçmek” ifadelerini kullandı.
“TÜRKİYE’NİN BÖLGEYE ÇEKİLMESİ CİDDİ ZARARLAR VERİR”
Bugünlerde, Batı medyasında en çok konuşulan konulardan birinin de Türkiye’nin niçin bölgeye karadan askeri müdahalede bulunmadığı olduğunu belirten Altun, “Türkiye, Amerika başta olmak üzere bölgede pozisyon alan güçlerin tavrını net olarak görmüş değil. Türkiye, havadan üç, dört araç vurmak suretiyle bölgeye askeri müdahalede bulunduğunu söyleyen ABD’nin stratejisine güvenerek böylesi bir adım atmaması gerektiğini biliyor. Türkiye, bir sömürge ülkesi değil ve siyaseti olmayan bir savaşa zorlanmayı asla kabul etmemeli. Türkiye’nin bölgede siyasi çözüme katkıda bulunmayacak tarzda bölgeye çekilmesi ciddi zararlar verir” dedi.
TBMM Genel Kurulu’nda 297 oyla kabul edilen Irak-Suriye tezkeresini, siyasi bir kararın altyapısını sağlayacak bürokratik bir adım gibi değerlendirmek gerektiğini belirten Doç. Dr. Fahrettin Altun, tezkerenin Türkiye’nin bölgede aktif bir biçimde, milli menfaatlerinin gerektirdiğini düşündüğü noktalarda müdahil olabilmesinin altyapısını sağladığını belirtti. ‘AKP IŞİD’i destekliyor’ söyleminin Kürt toplumu nazarında AK Parti’yi ötekileştirmenin bir aracı olduğunu ifade eden Altun, “Yaklaşık bir yıldır işlenen bu tez bugün Kürt toplumunu mobilize etmenin bir aracına dönüştürülmek isteniyor. ‘Kobani’de Kürt kızlarının ırzına göz diken IŞİD’i, AKP palazlandırdı’ söylemi yaygınlaştırılmaya çalışılıyor. Bu, PKK’nın yahut Kandil’in tek başına örgütlediği bir mühendislik çalışması değil” şeklinde konuştu.