Konya’nın Çumra ilçesi yakınlarında yer alan Çatalhöyük kazı alanının girişinde, yaklaşık yarım yüzyıldır, “iğneyle kuyu kazar gibi” sürdürülen çalışmalarda bulunan 240’a yakın kerpiç evin neye benzediğini günümüz insanının daha iyi anlayabilmesi için inşa edilen model evde kazı başkanı Ian Hodder, gazetecilere bilgi veriyor: “Kazılarda bulunan 800 insan iskeletinde hiçbir savaş izi tespit edilemedi. İnsan öldürdüklerine, insanların ok veya mızrak gibi savaş aletleriyle öldürüldüğüne dair hiç bulgu yok.”
Otorite ve aile kavramı yok
Yani özetle: M.Ö. 7500 ile 6000 bin yılları arasında varlığını sürdüren ve nüfusu dönemlere göre 5 ile 7 bin arasında değişen kentte hiç cinayet işlenmemiş. Vahşi katliamlar, savaşlar ve cinayetlerle yazılan insanlık tarihi içinde önemli bir yeri olan Çatalhöyük’te, insanlık tarihinin ‘olağan akışının’ aksine tek bir savaş bile yapılmamış.
Kazı başkanı Hodder, gezi sırasında “Peki, 8 bin kişi, bir başkanları bile olmadan nasıl organize oldular?” diye soruyor. Hodder’in verdiği bilgilere göre Çatalhöyük halkı, ayrıcalıklı sınıfların olmadığı, statü simgelerine rastlanmayan eşitlikçi bir toplumdu. Merkezi bir otorite olmamasına rağmen kimsenin paylaşmaya zorlanmadığı paylaşımcı bir toplum söz konusuydu.
Çatalhöyük insanları, pek çok vahşi hayvan türünü kutsal sayıyordu ve inançlarında özellikle leoparın çok önemli bir yeri vardı. Hemen hemen her evin duvarlarını süsleyen leopar resimleri de bunun bir kanıtı. Duvar resimlerine göre insanlar leoparları avlamakta, kürklerini de leoparın gücünü kazandıklarına inandıkları için giymekteydi ama Hodder, kazı alanında tek bir leopar kemiğine bile rastlanmadığını söylüyor: “Muhtemelen, leoparın ölüsünü kente sokmak tabuydu.”
Merkezde birey ve sanat var
Çatalhöyük’te ne aile kavramı vardı ne de özel mülkiyet… Örneğin evlerin zeminlerindeki mezarlarda bulunan iskeletlerin DNA’larının birbirleriyle eşleşmediği tespit edilmiş. Hodder, “Çocukların, biyolojik anne ve babalarının yanında yaşama zorunluluğu yoktu, bir çocuk farklı bir evde ve ailede hayatını sürdürebiliyordu” diyor.
Çatalhöyük’te kadın veya erkeğe kutsallık atfeden simgelere rastlanmamış, Hodder kadın ve erkeğin eşit olduğunu söylüyor ve “Toplumda bireyin önemli bir yeri var” diyerek anlatmaya devam ediyor: “Burayı çağdaşı diğer yerleşim yerlerinden ayıran en önemli özellik, sanatın yaşamın tam merkezinde yer almasıdır.”
Her evin duvarlarını süsleyen resimler aracılığıyla hane halkının evlerinin zeminine gömdükleri ölü atalarıyla iletişim kurduklarına inandıkları anlaşılıyor. Önümüzdeki yıl kazı başkanlığını devredecek olan Hodder, “22 yılda cevabını en çok merak ettiğiniz soru neydi?” sorusu üzerine bir süre düşünüp cevap veriyor:
“Buradaki sanat; evlerin içinde, gündelik bir sanat. Başka yerlerde bu ölçüde evsel bir sanat olgusuna rastlamıyoruz. İnsanlar evlerin içinde sanatı neden üretti, diye merak ediyorum ve vardığım sonuç şu: Toplumda bireyin önemli bir yeri olduğu için ev içinde yaratıcı olmaya vakitleri vardı.”
Çatalhöyük’teki kazılar, barış içinde eşitlikçi bir yaşamın mümkün olduğunun, Anadolu topraklarında böyle bir toplumun yaşadığının bir kanıtı. Bunun için mutlaka Çatalöyük’e gidilmesi gerekiyor. Daha ayrıntılı bilgi almak isteyenler ise kazı başkanı Ian Hodder’in Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan ‘Çatalhöyük: Leoparın Öyküsü’ kitabını okuyabilir.
UNESCO Miras Listesi’nde
1958 yılında James Mellaart tarafından keşfedilen Çatalhöyük’te, Mellaart’ın 1961-65 yılları arasında yaptığı kazı çalışmaları, 1993 yılında İngiliz arkeoloji Enstitüsü desteği ile Cambridge Üniversitesi tarafından yeniden başlatıldı. Çalışma 2013 yılında Stanford Üniversitesi’ne devredildi. Şimdiki kazı başkanı Ian Hodder ise 1993 yılından beri, her yıl, 17 farklı ülkeden 180 kişilik ekibiyle kazıları yürütüyor. Yapı Kredi ise 1997 yılından beri kazı çalışmalarına ana sponsor olarak destek veriyor. Çatalhöyük, 2012 yılında UNESCO Dünya Miras Listesi’ne eklendi.