Eskisi kadar keyif almıyor muyuz; acaba 90 dakika boyunca bir maç izlemek artık biraz fazla mı, hele ki maçtan gol sesi de çıkmazsa? Teknoloji gelişti, arabalar hızlandı, insanın yaptığı işleri makineler yapmaya başladı; oh o zaman artık insanların daha çok boş vakti olacak ve daha az yorulacaklar değil mi? Maalesef çok gariptir ki cevap hayır, hiç boş zamanımız yok ve çok yorgunuz. Bu kadar vakitsizlik içinde televizyon başında iki saat; eğer ki stada gidersek nereden baksak dört saat alacak olan bu futbol izleme etkinliği bize harcadığımız vaktin karşılığını verebiliyor mu? Bunların cevabı herkese göre farklıdır. Zaten futbolla ilgilenmeyen biri için beş dakika maç izlemek bile eziyet olabilirken benim gibi futbola aşık biri için 0-0 biten bir maç izlemek bile bir keyif olabilir. Aslında bakarsak 30. dakikadan 4-0 olmuş bir maç 87. dakikasına 0-0 girilen bir maçtan daha keyifli olabilir mi? Kimine göre dört tane gol izlemek keyifliyken bana göre kim kazanacak heyecanıyla son dakikalara golsüz beraberlikle girilen bir maçı izlemek daha keyiflidir, tansiyon her saniye daha yüksektir. Futbol sadece golden ibaret olsaydı üç dakikalık maç özetleri veya en güzel goller videosu izlemek maç izlemekten daha mantıklı olabilirdi. Ancak futbol sadece golden ibaret değildir; saha içindeki mücadele, gerilim, akıl oyunları, rakibin hamlesine bir cevap bulmaya çalışmak, üzüntü, sevinç... Bunlar bizim gözümüzü ayırmadan, yerimizde duramadan bu oyunu seyretme sebeplerimiz. Eğer ki bizde herhangi bir duygu yaratmasaydı zaten vaktimizi bu işe harcamazdık. İsterse her maç birbirinden harika goller atılsın eğer bizi heyecanlandırmasa, üzmese veya sevindirmese ne kıymeti olurdu ki? Tabi bu kadar romantiklik yaptıktan sonra biraz da şundan bahsedelim; beyler milyonlarca dolar harcayıp da kaleye şut çekmeden, pozisyona girmeden, gol atmaya çalışmadan da maçı bitirmeyin harbiden. 0-0 aslında kötü bir skor değil dediysek yanlış anlaşılmasın. Eğer kazanmak isteyip hırsla azimle gol atmaya çalışıp kaleye de on beş şut çekersen bunların yarısını kaleci tutar yarısı da auta giderse eyvallah; ha ama yok sen mücadeleden kaçar, oyunu yavaşlatır, aman başımıza bir iş gelmesin tavrında 90 dakika top oynarsan öyle olmaz işte ayıp edersin. Yapma milyonları buna harcama. Evet bazen berabere kalmak takımın menfaatine olabilir ama şu sıralar öyle maçlar izliyoruz ki berabere kalmak ve gol pozisyonuna girmemek sanki büyük ödüle layık görülecek de biz bu bilgiden mahrum kalmışız gibi. Bir teknik direktör ile bir taraftarın izlemek istediği şey aynı olmayabilir; teknik direktör bir şut çekip 1-0 kazanmayı tercih ederken taraftar belki de yirmi otuz şut çekip takımının berabere kalmasını daha çok alkışlayabilir. Bunun sebebi de taraftarın kendi içindeki arzunun futbolcuların içinde de olduğunu görmesidir. Belki futbolcular ve teknik direktörler bu oyundan milyonlarca dolar kazanıyor olabillir ama biz taraftarların hiçbir maddi kazancı yok sadece heyecanlanmak ve keyif almak derdindeyiz. Eğer biz taraftarlar olmazsak, futbola olan tutkumuzu kaybedersek o beyler de bunca parayı kazanamazlar. Bu sebepledir ki maçların kaç kaç bittiğine bakmadan sahada o kazanma arzusunu bize göstermelisiniz. Çok basit bir şey söyleyeceğim kazanmak için gol atmak gerekir hatırlatmakta fayda var. Bir kısa hatırlatma daha yapayım unutmuş olabilirler gol atmak için de rakip kaleye gidip şut çekmek gerekir. Evet defans önemlidir kıymetlidir ama hücum yapmazsan hiçbir işe yaramaz nasıl defans yapmadan hücum yapmak bir işe yaramıyorsa. ''Sadece defansif'' futbol oynamak için dünyaları harcayan ''Diego Simeone'' önderliğindeki ''Atletico Madrid'' takımı da bunun cezasını geçtiğimiz aylarda Porto'ya 2-1 yenilip Şampiyonlar Ligi'nden elenerek çekti. Ortada bir rekabet varsa evet bunu kaybetmemek önemlidir ama esas kazanmak, hatta kazanamasan bile bunun için mücadele etmek çok daha önemlidir. İnsanların görmek istediği şey de budur.
Geçtiğimiz günlerde İspanya'nın Dünya Kupası'ndan elenmesiyle görevinden ayrılan çok sevdiğim teknik direktör Luis Enrique'nin sözleri bu konuda duygularıma tercüman oluyor: "Defansif futbol, sıkıcı bir tiyatro oyunu gibidir. Sonunda sizi izlemek için hiç seyirci kalmaz. Oysa teknik direktörlerin öğretmesi gereken ilk şey, futbolun bir gösteri olduğudur."
Ben de futbolu adeta bir gösteri sanatı olarak tanımlamıştım kendimce; mesela sinemaya benzetebiliriz. Her teknik direktör bir yönetmen ve her futbolcu da bir aktör bana kalırsa. Her teknik direktörün tarzı farklı, her futbolcunun rolü başka. Jose Mourinho mesela Nuri Bilge Ceylan olabilir; kimisine sıkıcı gibi görünen uzun sessizlikler ama dikkatini verenler için hep bir merak hep bir duygu vardır, mücadele hiç bitmez. Pep Guardiola'ya mesela Christopher Nolan diyebiliriz; yenilikçi ve dinamik, anlaması ve çözmesi pek kolay değil. Eğer Nuri Bilge Ceylan filmleri duygudan, imgelerden, insanlıktan arınsaydı sadece sessizlikle dolu olsaydı ne izlemeye tahammül edebilirdik ne de Cannes'da ödül alabilirdi. Veya Christopher Nolan filmleri sadece görsel efektleri çok iyi olup da seyirciyi heyecanlandırmasa ve üzerine bu kadar düşündürmese bir anlamI kalır mı? Ne futbolu ne de diğer sanatları seyirciden bağımsız tutamayız bana kalırsa. Sanat ne içindir, kimin içindir sorusunun cevabı bir şekilde insana çıkacaktır. O yüzden futbol sanatı da biz insanlar içindir, bizlerin izlemesi içindir. Maç isterse 0-0 bitsin isterse 7-4 bitsin farketmez; yönetmen ve oyuncular da seyirciler kadar duygulu, tutkulu olsun yeter zaten ortaya izlemesi keyifli heyecanı yüksek bir şey çıkacak. Ve sıkıntıdan gözleri yavaş yavaş kapanmaya başlayanlar da bir silkelenip kendilerine gelecekler ve eskiden seyrettikleri gibi seyredecekler futbolu. Tutkuyla, heyecanla, merakla....