İnsan doğulur mu, insan olunur mu?

“Kafanın söylediklerini duymakla, kalbinden gelen mesajı dinlemek arasındaki farkı öğren. Kafanın konuşması toplumun bir ürünüdür. Kalbin konuşması sonsuzluktan gelir.*” Bu sözü nereden duyduğunu bir türlü hatırlayamıyordu. Bununla birlikte çok ta hoşuna gidiyordu. Çünkü uzun zamandır beynini adeta kemiren sorunun yanıtını veriyordu sanki. İnsan doğulur mu, insan olunur mu? Kalpten gelen ses sonsuzluktan geliyorsa eğer, insan doğulur olmalıydı sorunun yanıtı. Bu yanıt onu tuhaf şekilde rahatlatıyordu. İnsan doğulmalı, doğrusu, olması gereken bu diye mırıldandı Bermaknus. Yine de derinlerde bir yerde onu rahatsız eden, anlam veremediği bir his vardı. Doğruyu bulmuş bir insanın iç huzuruna ulaşamadığını hissediyordu. Eğer insan doğuluyorsa dünyada ki bu kötülük neyin nesi olmalıydı. Mevcut olanı korumak için mi çabalıyordu insan ömrünce, ya da olma, tamamlanma, kemale erme yolculuğu muydu hayat dediğimiz şey. Dedesi Fethinus’un söyledikleri geldi aklına. “İyiler daima kazanmaz, hatta genellikle kaybeder. Dünya kaybedeceklerini bildikleri halde iyilik yapanlar yüzünden yaşanacak bir yerdir.”
İnsan doğuluyorsa kötülük girdabına batmamak için mücadele etmeliydi insan. Yok, eğer insan olunuyorsa, çetin bir yolculuk bekliyor onu. Öğrenmek ve öğretmek yolunda. İyilik, doğruluk, güzellik eşkenar üçgeninin iç açılarının toplamını bilmek zorundaydı üstelik. Yolculuğa hazır olmalı, bu yolculukta karşılaşacağı engelleri aşabilmeliydi. Ne kadar zorlu olursa olsun bu engeller, ne kadar haksızlığa uğrarsa uğrasın yarı yolda vazgeçmemeliydi. Öyle ya iyiler daima kazanmıyor hatta genellikle kaybediyor. Öyle ise baştan kabullenmeli bu yolculukta kaybetmeleri. Bütüne bakmasını bilmeli. Kazanmaya veya kaybetmeye odaklanmamalı. İyi olmayı, iyi kalabilmeyi düstur edinmeli. Yola çıktıklarını da, yolda bulduklarını da akıl süzgecinden geçirmeli. Niçin diye sormaktan korkmamalı. Hatta ve hatta niçin iyi olmalı insan diye bile sorabilmeli. Bulduğu cevapların bilimle sağlamasını yapabilmeli. Bermaknus kolezyum’un* mermer merdivenlerinden inerken hala aklında o soru dönüp duruyordu.
Akhilleus* sahnenin tam ortasında duruyordu. Bermaknus’u böyle dalgın, düşünceli görünce şaşırmadı. Şehirde ki hemen herkes onu böyle görmeye alışıktı. Bu günün konusu ne Bermaknus diye seslendi. Bermaknus kolezyum’un taa Frigya Salutaris’ten* getirilen şeker mermeri basamaklarına o kadar dalmıştı ki ilk seslenişte oralı bile olmadı. Ancak ikinci seslenişi duydu. Sahnenin ortasına geldiğinde Akhilleus yere eğildi. Arenada her dövüşten önce yaptığı gibi bir avuç toprak alıp havaya savurdu. Avuçlarını bir birine çarparak kalan tozu silkelerken;

*Söyle bakalım Bermaknus bu günkü akıl dövüşünün konusu nedir? Dedi.

*İnsan mı doğulur yoksa insan mı olunur?

Kocaman bir kahkaha patlattıktan sonra,

*Üç aslanla şu sahnede dövüşmeyi yeğlerim dedi Akhilleus. Bununla birlikte üzerine günlerce de konuşabilirim. Annemle evlenmek isteyen Yüce Zeus* bile zorlanır bu soru karşısında. Bende aklımın bilgimin yettiğince katılayım bu keyifli dövüşe.

*Öyle ise söyle haydi sen ne düşünüyorsun bu konuda.

*Zeus ve Hermes çok sıkılınca Tanrılar diyarı Olympos’ta insan kılığına girmeye karar vermişler. Pergamon* civarında bir köye gidip gördükleri ilk kapıyı çalmışlar. Fakat ne açan ne ses veren olmuş. Bir sonrakini denemişler çaresiz. Sonuç değişmemiş. Şu koca köyde demiş Zeus elbet Tanrı misafirini ağırlayacak birileri çıkar. Deneyelim tüm haneleri. Çalmışlar üşenmeden tek tek tüm kapıları ta ki son kulübeye varana dek. Umudunu yitirmiş Zeus. Kızmışta haylice. Gazabımdan kim koruyacak şimdi bu gafilleri demiş. Hermes son bir umutla şu harap kulübeyi de deneyelim demiş. Çalmışlar kapısını birlikte. İyiliğin son bulmadığını umarak. Biraz beklemişler içerden ayak sesleri duyulmuş. Kapıyı yaşlı bir çift açmış. Baukis ve Philemon adlı yaşlı karı koca yüzlerinde kocaman birer gülümsemeyle karşılamışlar bu gecenin geç vaktinde gelen Tanrı misafirlerini. Zeus ve Hermes evin içinin de dışı gibi harap olduğunu görmüşler ama ev sahiplerine belli etmemişler bu durumu. Fakir karı koca ne varsa sofralarında bölüşmüşler misafirleriyle. Kendi döşeklerini sunmuşlar yorgun yolculara. İyiliğin son kalesi gibi dimdik duruyormuş bu iki sevimli ihtiyar. Zeus ve Hermes çok etkilenmişler bu misafir canlısı iyilik timsali ev sahiplerinden. Karşılıksız bırakamazlarmış elbette bu iyiliği. Yaşlı çifti ellerinden tutup yakındaki tepeye tırmanmaya başlamışlar. O sırada bütün köy sular altında kalmış. Zeus yaşlı çifte dönüp dileyin benden ne dilerseniz demiş. Bu iyilik timsali yaşlı çift birbirine bakıp aynı şeyi dilemişler. Biz bu güne kadar hiç birbirimizden ayrılmadık. Senden aynı gün ölmeyi dileriz. Böylece birbirimizin acısını görmemiş oluruz demişler. Kabul etmiş Zeus bu alçak gönüllü bir o kadar sevgi dolu isteği. Bununla birlikte Bermaknus; ne Zeus ve Hermes nede yaşlı çift sular altında kalan köye hiç üzülmemişler. Köylülerin hali ne oldu diye meraklanmamışlar. Kötüler ettiğini bulur diyebilirsin elbet. Haksız da sayılmazsın. Yine de ikinci şansı hak etmez mi insan. Doğruyu, iyiyi bulmak adına. Eğer soruda ki gibi insan olunuyorsa. Artık gitmem gerek hazırlanmam gereken başka dövüşler var diye ekledi.

Bermaknus bir süre düşündükten sonra haklısın Akhilleus dedi. Verdiğin cevaptan anlıyorum ki; insan olunur savının tarafındasın. Benim de aklım gitmiyor değil hani. Sanki insan olunur daha doğru geliyor kulaklarıma. Haydi git yiğit Akhilleus yolun açık, bileğin güçlü, zekan keskin olsun. Bermaknus boş tribünlere baktı uzun uzun. Binlerce insanın öfkeyle, hırsla, kinle adeta kötülük girdabı halinde haykırdığı bazen de bütün bunlardan uzak hiç umulmadık kadar sevecen, bağışlayıcı, alicenap davrandığı bu tribünler büyük bir sessizlik içinde yeni oyunları, tiratları, dövüşleri bekliyordu. Elbette bütün bunların hiç biri sorunun yanıtı değildi. Belki de dedi tek bir yanıtı yoktur bu sorunun. İnsan doğulur lakin doğumla başlayan bir yolculuk başlar. Ölümle biter mi? buda bir tartışma konusu aslında diye düşündü. Kolezyum’dan çıkarken aklı biraz daha netleşmiş, düşüncelerini kaplayan sis dağılmıştı. İnsan olmak ana rahmine düşmekle başlar ve sonsuza giden bir yolculuk olarak devam eder. Hayatta iken yaptıklarımız ya da yapmadıklarımız öldükten sonrada bizim iyi veya kötü olarak yaşamamızı sağlar. Sonra aklına sevgili dostu Epiktetosun* son sözleri geldi “Yalnızlıktan korkma! Asıl korkulacak şey, korkudur. Düşün ki Allah da yalnızdır. Ama kendisinden memnundur. Her şeyi de gene kendisinde bulur. Allah’ın bize verdiği en büyük nimet, malik olduğumuz halde malik olduğumuzu bilmediğimiz kuvvetleri, bir gün kendimizde bulma kudretidir. Kendine dön oğlum! Kendine inan ve yalnız kendinde olanı ara…”
Asıl olan insanın kendini bilmesi değil mi? duygularının, düşüncelerinin farkına varması değil mi? iyiliğe giden yolun başlangıç noktası bu değil mi? Aklının, benliğinin, ruhunun kısacası özünün farkına varması. Kendine iyi olabilmeli önce insan, sonra çevresine. İnsan doğulur mu? İnsan olunur mu? Diye düşünmeden. İster doğulsun, ister olunsun her hâlükârda bir yolculuk bu iyiye, doğruya, güzele yapılan. İyi yolculuklar öyle ise hepimize, durakların birinde görüşmek ümidiyle. Sağlıcakla kalın.

*Aborjin atasözü.
* Akhilleus (Aşil): Ölümlü bir baba Peleus ile Tanrıça Thetis’in oğlu, Troya Savaşı’nın ünlü kahramanı.
* Zeus: Antik Roma’da Tanrılar Tanrısı.
* Frigya Salutaris: Afyonkarahisar civarında antik bir şehir.
* Pergamon: Ege kıyılarında antik bir şehir. (Bergama)
* Epiktetos: Hiyerapolis’te (Denizli civarında Pamukkale) doğdu. Antik Roma’lı Filozof.
* Kolezyum: Anfi tiyatro.

Köşe Yazıları Haberleri