Onu ilk gördüğüm anı hatırlayamadım bir türlü. Hafızamı o kadar zorladım nafile. Kolay değil tabi 31 yıl öncesini hatırlamak. Yine de hakkını verdim çok uğraştım. Bunun çokta önemli olmadığını anladım sonunda. Önemli olan bunca yıl sonra hayatımı, karakterimi nasıl kuvvetli etkilemiş olduğunu keşfetmem aslında.
Yıl 1982 babam emekli olmuş ata memleketi Bursa’ya geri dönmüştük. Liseli yıllarım. İnsanın fiyakalı olmaya özen gösterdiği yaşlar. Nasıl ve kim vesile oldu da o dükkâna gitmeye başladık abimle bilmiyorum. Geriye dönük ilk hatırladığım tıraş olduğumuz kalfası Mürsel Özcan. Bir müddet yaşımızın verdiği çekingenlikle de tıraşını olup giden alelade müşteriydik. Sonra O bizi fark ettiğini hissettirdi. Hani şimdilerde iletişim eğitimlerinde anlatıyorlar ya değer verdiğinizi, fark ettiğinizi gösterin diye. Hah işte bundan tam 31 yıl önce bu eğitimlerin esamisi okunmazken, O bunu yapmış. Bir anda üstünüze gelmeden, fark edildiğinizi fark ettiğiniz anlar. Kendi arkadaşlarına çay söylerken 16 bilemediniz 17 yaşında ki çocuğa da ona sormadan ısmarlamalar. Sohbetlerini dinlediğinizi takip edip birden size de fikrinizi sormalar. Buradasın farkındayım bir şahsiyetsin senin de düşüncelerin fikirlerin var diyor. Dahası onları dinlemek istiyor. E o yaşta bir çocuğa anca bu kadar özgüven verilir. Zaman ilerledikçe tanışıklığımız arttı. Güven alanı oluştu yani(Kişisel gelişim eğitimlerine devam). Bununla beraber bize verdiği zamanda, değerde arttı. Artık birebir sohbetler eder olduk. Sıra beklerken. Can sıkmadan hal hatır sorardı mesela. Dersler nasıl demezdi hiç. Öğrencisin en nefret ettiğin soru. Konuşacak bir sürü şey bulurdu. Kırk yıllık arkadaşın gibi.
Yıllar ilerledikçe O bizim Arslan Abimiz olmuştu. Ünlü Cadde hep yolumuzun üstüydü artık. Canınız sıkkın geçerken görürse durdurur vaktin var mı? Diye sorar sıkmadan, tatlı bir ısrarla kışsa dükkâna, değilse kapı önüne oturtur bir çay söylerdi. Sohbet eder farkına varmadan can sıkıntınızı dağıtırdı. Biz büyüdükçe sohbet konuları da değişti. Memleket meselelerini de tartıştık. Futbol da konuştuk. Oğlu Attila’nın askerlik, evlilik hazırlıklarını da. Gel zaman git zaman tıraş olduğumuz kalfası dükkân açtı yuvadan ayrıldı. Saygımızdan, sevgimizden bir Halim’e gidiyorsak tıraşa bir de Aslan Abimizin ocağına. Sıra beklerken bir gün dükkânında eğildi kulağıma “Siz artık Halim’in dükkânına gidin tıraş için. Çay içmeye sohbete buraya gelin. "O yeni yer açtı, destek olmamız lazım” dedi. Bunu Halim bile bu yazıyı okursa öğrenecek aramızda sırdı. Şu satırları yazarken bugün bile gözlerim yaşlı. Sonra ansızın aramızdan ayrıldı. Çay içip sohbet edip haydi görüşürüz deyip ayrılmışız gibi.
Yağmurlu bir kış günü büyük bir hüzünle toprağa verdik kendisini. Biz arkasında nasıl kocaman bir boşluk bırakacak diye beyhude hayıflanmışız. Ardında dev gibi dağlar gibi değerler topluluğu bırakmış aslında. İyiliği, dürüstlüğü, güzelliği, insana, dostuna, çevrene değer vermeyi bırakmış. Esnaf kelimesinin içini ahlakla dolduran Ahiler gibiymiş meğer. Okulundan yetişen ustaları Ünlü Cadde'nin demirbaşı anasız, babasız 5 hadi 6 yaşlarında çocuk aklına sahip 60’lı yaşlarda ki Hüseyin’i koruyup kollarlar mesela. İçmesi gereken ilaçları takip ederler. Bacağını kırdı geçenlerde kucaklarında taşıdılar hastaneydi, fizikti yürüttüler Hüseyin’i yine. Dedik ya İnsan Ocağı orası. Bir girdiniz mi içeri yontulursunuz, yoğrulursunuz, yorulursunuz lakin değer. İnsan olursunuz. Tabelada yazılanlara takılmayın. Bazen üzerinde yazılı olanlardan çok daha derin anlamlar taşır o metal parçası. O mekân tabelada yazan şey değildir aslında. Glorya Erkek Kuaför Salonu İnsan Ocağıdır özünde gidenler bilir. Teşekkür borçluyuz Enver’e, Temel’e, Halim’e ve oğlu Atila’ya ocağımızı söndürmediler diye.
Yolunuz düşerse Bursa’ya, Ünlü Cadde’ye mutlaka uğrayın. Selamımı söyleyin bir çay için. Huzuru ve daha fazlasını teneffüs edin. Korkmayın çaylar benden. Dedik ya selamımı söyleyin diye. Tepkisiz kalmayın, sağlıcakla kalın.
Aziz Hatırasına…