Bedensel, duygusal ve zihinsel değişimlerle kendini gösteren bir uyarılma hali olarak tanımlanan kaygı, başarı ya da başarısızlıktaki büyük etkenlerden biridir. Normal düzeydeki kaygı bazı istek ve hedeflerimizi gerçekleştirmede pozitif bir dürtü yaratırken, normalin üstünde dozajı olursa bizleri negatif yönde etkilediği bilinmektedir.
Yabancı dil kaygısı dediğimiz uzun yıllardır araştırılan bir durum var ancak değinmek istediğim kısım yabancı bir dili öğrenmede bazı kaygıların itici güç olabildiğidir, özellikle de mesleki kaygı. Örneğin, Ankara Üniversitesi TÖMER Kayseri Şubesi'nin önceki yıllarda yaptığı bir araştırmada, meslek kaygısının yabancı dil öğrenmede birinci derecede rol oynadığı belirtiliyor. 825 kişi ile yapılan ankette, yabancı dile ilgi duyanların % 29'unun 15-19 yaş, %63'ünün de 20-29 yaş arasında olduğu belirlenmiş. 30-39 yaş arasındakilerden yabancı dil eğitimi almakta olan ya da almak isteyenlerin oranının % 6 ve 40 yaş üstündekilerin oranının da %2 olduğunu, ankete katılanların %56'sının meslekte ilerlemek için, % 20'sinin meslek edinmek için, %17'sinin okuldaki dersleri için, %7'sinin de farklı insanlarla ve kültürlerle tanışmak için yabancı dil öğrendikleri saptanmış. Yani bu sonuçlar bize gösteriyor ki mesleki ya da kariyerle ilgili kaygı diğer sebeplerin önüne geçmiş. Diğer taraftan, bu bilgilerden yapabileceğimiz başka bir çıkarım da ne yazık ki meslek edindikten sonra böyle bir telaşa düşüldüğüdür.
Günümüzde iş arayan pek çok kişinin en büyük eksiği herhangi bir yabancı dili bilmemesidir. Bu konuda İngilizce küresel anlamda kabul gören bir dil olarak başı çekiyor olmasına rağmen, kişisel/entelektüel gelişim ve kültürel zenginlik aracı olarak değil de zorunluluk olarak görüldüğü müddetçe dert olmaya devam edecek gibi görünüyor. Günceli yakalamak ve kariyerinde ileri adım atmak isteyenler de bu nedenle mecburen İngilizce eğitimlerine ağırlık vermek zorunda hissediyor. Genel çalışma şartlarına bakıldığında, yurtdışı kaynaklı şirketlerin sağladıkları olanaklar, birçok çalışan adayı için bu tarz şirketlerde çalışma umudu ve hayali taşımalarına sebep oluyor. Oysa umuda yolculuğun da gerekleri var değil mi? Ama benim ideallerim çok değil, beklentim de yok, dışa açılmak da neymiş kendi çapım bana yeter diyorsanız, belki çok da kurumsallaşmamış firmalarda ortalama bir maaşla iş hayatınızda dil bilmemenize rağmen bir süre idare edebilirsiniz. Ta ki yerinize dil bilen biri gelene kadar. Hem de gerekli olmadığını sandığınız halde…
İnsan kaynakları, turizm, pazarlama, reklam, hukuk, sigorta, tıp ve daha pek çok alanda aktif çalışma hayatında olanlar için kariyerlerinde gelişim sağlamak, kabul görmek, statü ve prestij kazanmak, kurumu yurt dışında temsil etmek, vs. gibi nedenlerden dolayı dil biliyor olmak kaçınılmazdır. Örneğin, turizm işletmeleri hizmet sektöründe faaliyet gösterdiğinden, insan ve iletişim faktörü olmazsa olmazdır ve yabancı dil büyük bir önem taşımaktadır. Yabancı dil, çalışanlar ile misafirler arasındaki iletişimi güçlendirmekte, hizmet kalitesini artırmakta ve kurum imajını güçlendirmektedir. Bu dil düzeyi de selamlaşmanın ötesinde mesleğinizle ilgili konulara hâkim olmanız, jargonu bilmeniz gibi teknik alt yapıyı da kapsayan bir düzey gerektirir. Uluslararası platformda çalışan şirketler iş görüşmelerini bile ilgili yabancı dilde yapıp hatta iş ilanlarını da o dilde (çoğunlukla İngilizce olarak) vermektedirler. CV’ nizde yazdıklarınızın ispatı da gerekiyor elbette.
Eskilerin tabiri ile altın bilezik denen bir kavram vardır. O kavramla kastedilen mesleki beceriler günümüz bilgi toplumu için değişti bile. Bu altın bilezik artık bir değil hatta iki yabancı dili aktif olarak hem sosyal hem de mesleki hayatta kullanabiliyor olmak. Ancak bunu başarmak için, kaygı tabanlı değil, içinde geleceğin uluslararası iletişim vizyonunu da barındıran, kişisel gelişim odaklı bir motivasyon ile girişimde bulunmanızı öneririm. Kısacası, hızla gelişip değişen iş dünyasına ayak uydurmanız şart.