Merhaba
Bu köşede iki yılı aşkın süredir yazı yazmıyordum. Bu kadar ara vermek yeter diyerek teknoloji / bilim yazılarına geri döndüm.
Görüşemediğimiz dönemde çok şey oldu, ABD'de bir şirket kurduk, yatırım aldık, bir ayağımızı oraya atma planları yapmaya başladık.
Benim işim teknoloji, üstelik te her gün duymadığınız ama önümüzdeki 3-5 yıl içinde sık sık duyacağınız türden teknolojiler. Böyle olunca, zorunlu olarak Türkiye'de her gün yaşanan gündemin dışında konularla ilgilenmek zorunda kalıyorsunuz. Dış politika, siyaset ya da sağlıktan anlamıyorum. Anladığım yegane şey, bugün ismini duymadığınız yeni gelişmelerin hayatımızı çok kısa sürede, çok hızlı biçimde değiştireceği.
Bu köşede işte bu konulardan bahsetmek istiyorum, yeniden.
Çocuklarınızı 2071'e nasıl hazırlarsınız başlıklı bir yazı yazmıştım, iki yıl kadar önce (Link). O yazıda yazılan aşağı yukarı herşey, bugün gelişmiş ülkelerin tümünde müfredatlara girdi. Türkiye'de de bir kısmı girdi. Ancak yeterli değil. Daha fazla olması gerekiyor çünkü çocuklarımızı dünyayla rekabet edebilecek koşullarda eğitmiyoruz.
Köle
Kölelik kavramı binlerce yıl geriye gidiyor ve insanoğlu her zaman kendisine zorunlu olarak hizmet edecek köleler bulmak için yeni -ve insanlık dışı- yollar geliştirmiş. Mısır'daki firavunlardan 18.YY Atlantik köle ticaretine kadar, kölelik zorunlu olarak bir yerden bir yere götürülen ve çalıştırılan insanların dramı. Bugünkü yazımın kilit kavramı olan kayıtsızlık, köle ticareti yapan şirketlerin Paris ve Amsterdam borsalarında hisse senedi satışı yapmalarına kadar varmış.
Ancak sanırım sömürgecilik döneminin bilinen şekliyle sona ermesi ve ülkelerin biat etmesi için yeni yollar keşfedilmesinden bu yana kölelik kavramının da şekli değişti.
İnsan topluluklarını her istediğinizi yaptırabileceğiniz köleler haline getirmek için, artık çok daha karlı yöntemler kullanılıyor. Bunlardan biri, insanları / ülkeleri düşük ücretlere ve katma değersiz ürünlerin üretimine mahkum edip, tüketim kültürünü körükleyerek sistematik şekilde bireysel ve ulusal borçlanmayı teşvik etmek. Bunun bir tarafında tarım politikaları, bir tarafında bilişim politikaları, bir tarafında da biyoloji / sağlık politikaları yer alıyor.
Ülke olarak nüfus artışını kontrol edemezseniz, sürdürülebilir şekilde katma değerli ürünler üretmiyorsanız, fikri mülkiyet ve patentleriniz ulusal değer bazında değerlenmiyorsa, ARGE stratejiniz sadece savunma sanayi tarafında kalıyorsa (veya yoksa) oyunun kazananlar değil kaybedenler tarafındasınız.
Askeri sanatın en önemli cümlesinde denildiği gibi, stratejik başarısızlıklarınızı taktik başarılarla düzeltemezsiniz. Yani makro plan hatalıysa, günü kurtarmak çözüm olamaz.
Türkiye an itibariyle gününü kurtaran, kendi kendisini siyasi hamaset ile motive eden ancak yapıp etmelerinin altı boş bir ülke durumunda. Yapay zeka ve biyo-teknoloji konusundaki gelişmeler, bizim uluslararası planda üreticiden çok tüketici olmamızı sağlayacak şekilde gelişiyor. Makro ekonomik dalgalanmaların tümünde olduğu gibi, yeni sınıflar ortaya çıkıyor, bildiğimiz dünya tümüyle değişiyor.
İnsanlık tarihinde ilk defa, insanoğlunun iki temel işlevinin (üretmek ve savaşmak) gereksiz kalacağı bir döneme doğru ilerliyoruz. Üretim faaliyetlerinin çoğunu robotlar devralacak, savaş faaliyetleri ise insansız araçlarla yapılmaya daha yakın. Bunun yanı sıra, bugün çok ihtiyaç duyabileceğinizi düşündüğünüz pek çok meslek yok olmanın eşiğine geliyor; kamyon şöförlüğünden radyoloji uzmanlığına kadar.
Kendi kendini kullanan kamyonlar, MR'dan kendisi teşhis koyan bilgisayarlar, apre, boya, dokuma, dikiş, kaynak, montaj yapan robotlar kapıda. Bu söylediklerim çok uzak bir geleceğin parçası değil, 5 - 10 sene içinde gerçekleşecek şeyler. Yani bugün bir çocuğunuz varsa, Türkiye Cumhuriyetinde MEB müfredatına göre eğitim alıyorsa, çocuğunuzun bilgi ve analitik yetenek olarak Kore, Singapur, Çin, ABD, Almanya, İskandinav Ülkeleri ve bilcümle ülkeden daha geride olacağı neredeyse matematiksel bir kesinlik içeriyor.
Bu tehlike sadece bizim için geçerli değil elbette, ancak buna önlem almayanlar ancak 3. dünya ülkeleri.
Paralize
Hepimizin derinden sarsıldığı 15 Temmuz darbesi ve sonrasında yaşananlar, devletin en ileri katmanlarına kadar sızan bir örgütün yapabileceklerinin dehşeti Türkiye'nin dimağını felce uğrattı. Yegane gündemimiz bu haline geldi, çok haklı olarak. Ancak hayat devam ediyor.
Türkiye Cumhuriyeti sadece geçtiğimiz yıl ARGE'ye 8 milyar TL harcadı. Bu devlet bütçesinden verilen teşvik ve hibeler sadece. Son 7-8 yıldır harcanan paralar bu seviyelerde. Buna rağmen uluslararası alanda başarılı bir teknoloji şirketimiz var mı? 2014 öncesinde FETÖ'ydü, paraleldi, anladık, tamam. Peki şimdi? Türkiye'den çıkıp MENA bölgesinde tutunmuş, orjinal bir iş modeli var mı? Dünyada sözü geçen bir teknoloji şirketimiz var mı? Bu soruların yanıtlarını ve bu yanıtların sonuçlarını zaten biliyorsunuz.
Eğitim
Bazen aklımdan sırf eğlence olsun diye, tarihteki önemli kırılma anlarının bugün gerçekleşse nasıl olacağını sorgularım. Türkiye Cumhuriyeti bugün kurulsa, Musul veya Kerkük değil patent sayısı bir kriter olurdu. ABD bugün kurulsa, Anayasasına "mutluluğun peşinde koşma hakkına" ilaveten bireysel gizliliğini ve bilişim özgürlüğünü savunma hakkı koyardı.
İnsanlık tarihinin en önemli yüzyılını yaşıyoruz. Bu yüzyılın sonunda olabilecekleri sonraki yazılarda okuyacaksınız, ancak şunu söyleyerek bugünkü yazıyı bitirelim : bu cendereden çıkmak için yegane aracınız bilim ve eğitimdir.
Siz Türkiye'nin bu iki alanda ilerlediğini gözlemliyor musunuz? Bu sorunun yanıtına kayıtsızlığımız, köleler ve efendiler denkleminin ne tarafında yer alacağımızı belirleyecek çünkü.