Yazmak, bilgi gibi bir hazineyi görünür kılan bir unsur olarak fazlasıyla heyecan vericidir. Paylaşılan bilginin gücünden bahsetmeye gerek bile yok sanırım. Durum böyle olunca yüklendiğim sorumluluğa aldırış etmeden hareket etmek pek de mümkün olmuyor. Bununla birlikte, nasıl bir başlangıç yapmam gerektiği hususu ve bu köşede paylaşacağım içeriğin kurgusu, yazma teklifini aldığım ilk andan itibaren beni derinden düşündürüyordu ki tam da bu noktada verdiğim bir karar ile rahatladığımı itiraf etmeliyim. Bir hekim olarak sağlık köşesi yazmanın dayanılmaz hafifliğine aldanıp da günümüz sağlık sorunlarından bir demet sunmak yerine alabildiğine sade bir merhaba ile başlamak istiyorum. Binlerce tıp öğretisi içinde hekim-hasta ilişkisinin sağlıklı bir zemin üzerine kurulmasının en önemli ayağıdır içten bir merhaba. Birçok ilacın başaramadığını, yedi harften oluşan bu kelime gerçekleştiriyor inanın. O hâlde lafı daha fazla uzatmadan; merhaba…
Kişi kendini nasıl anlatır böyle bir mecrada bilmiyorum. Yalnız bildiğim bir şey var ki, öğrencilik yıllarından, günlük işlerden veya kırmızı ışıkta geçmeye çalışan araçlardan bahsetmek gibi bir derdim hiç olmadı. Buna rağmen, İznik Antik Tiyatrosu’nda süren kazı çalışmalarından, Gölyazı’da hayalini kurduğum geçmiş yaşanmışlıklardan ya da son Assos turumdan saatlerce bahsedebilirim. İlerleyen bölümlerde bahsetmek üzere noktayı koyalım. Şimdi bu yazıyı betimlemek zamanı….
Bunaltan yaz sıcaklarının nispeten azaldığı ve etrafı toprak kokusuna boğan bir yağmurun eşlik ettiği bir günde başladım satırlarıma. Belli belirsiz suretlerin eşlik ettiği bir sohbetin tam ortasındayım sanki. Bu belirsizlikten sıyrılmak adına etrafı gözlemleme dürtüsüyle başımı çevirmemle boynumda hissettiğim derin sancının tarifinin olmadığını söylemeliyim.
Merhaba ile başladığım satırlarıma sirayet eden bir acı bu. Dayanılmaz sıcakların etkisinden kurtulabilmek adına sabah akşam çalıştırılan klimanın ödülü olan bu ağrıyla şimdilik baş edebilirim sanırım. Bu arada şikâyet ettiğimi düşünmenizi istemem. Varoluş hissine neden olduğu için, kontrol edilebilir sınırlar içinde kaldığı sürece, minnettar bile olabilirim bu ağrıya. Hadi gelin ağrı üzerine biraz sohbet edelim o halde…
Doku hasarının neticesinde ortaya çıkan bir takım maddeler yardımıyla algıladığımız bu his üzerine sadece tıbbi değil, sosyolojik, felsefi ve tarihsel bir bakış açısı geliştirme fikri her zaman etkilemiştir insanlığı. Üzücü olaylar karşısında geliştirdiğimiz tepkilerimizin içinde mevcut olduğu gibi, kaçınma dürtülerimize de sirayet etmiş bir his olduğu açık. Fiziksel acının ötesinde ruhsal olanın yarattığı yıkımı hangimiz yadsıyabilir ki ve ne kadar iyi tanıyoruz bu ağrıyı sâhi.
Ve şimdi ben, sadece bir hekim hünerinde değil, deneyimli bir muzdarip edasıyla tariflemek ve dokunabilirse cümlelerim, yardım etmek niyetindeyim. Başlığımda da arz ettiğim gibi; söz uçar yazı kalır diyerekten başlayalım o hâlde yolculuğumuza.