Uzun, uzun olduğu kadar ince yollar.
Tozlu topraklı bitip tükenmez yollar.
Yüreğimizi dağlayan, özümüzü, sözümüzü ayıran yollar.
Aynı zamanda bizi sılaya, anaya, avrada bağlayan yollar.
Gurbete tetikçilik, hasrete yataklık yapan yollar. Hiçbir zaman hiçbir menzile ulaşmayan yollar. Başım alıp düştüğüm, gözüm yaşı döktüğüm yollar. Orta Asya’dan Anadolu’ya, oradan da bilmem nerelere, gurbete çanak tutan yollar. Şehirler arası garajlarda can bulan, yolu, bahtı gurbete düşene gam veren yollar. Bilmem bu bizim kaderimiz mi yoksa biz mi feleğe ısrarcı olmuşuz gurbeti istemekte. Göç hep bu ulusun bir alın yazısı olmuş. Sadece alın yazısı olsa neyse toplumsal yarası olmuş. Başlangıçta kaderine boyun eğenlerin daha sonra aş, iş uğruna kaderine isyan edenlerin yazgısı olmuş gurbet. Gurbetin getirdiği toplumsal göç. Üstelik tamda burada ülkeyi yönetenler Gazi Paşa’nın manevi mirası olan bilim den, fen’den ve akıldan vazgeçmişler. Yetmezmiş gibi bizi de vazgeçirmişler. Hal böyle olunca toplumsal göçün getirdiği sorunlar çığ gibi büyümüş. Anadolu masallarında ki üç başlı ejderhaya dönüşmüş. Bu dönüşüm sürecinde geliyorum diye bas bas bağıran bu felakete, dur diyen ya da hiç olmazsa tedbir alan olmuş mu peki? Yanıtını herkes verebilir sanırım bu sorunun. O yüzden ben vermeyeceğim. Kendimize özgü ulusal ahlakımızın işlediği toplumsal denetimin devriye gezdiği Anadolu kasabalarından, köylerinden göçmek zorunda kalan insanlarımız büyük şehirlerin başıbozukluğunda, denetimsizliğinde boğulmuşlar adeta. Göçü yaşayan nesil değil belki ama onların devamı bu denetimsiz, eğitimsiz insan okyanusunda kimliğini benliğini kaybetmiş. Batının değerlerini, yaşam tarzını Osmanlı’dan beri hayranlık ve hastalık derecesinde tatbik etmeye çalışan aristokrat yada daha doğru tanımıyla kültürel miras yediler sayesinde gelişen kültür erozyonu bu zavallı insanları tam manası ile iki cami arasında bey namaz yapmış. Ne İsa’ya ne Musa’ya yaranamayan bir toplum olup çıkmışız neticede. Her başımız sıkıştığında yaptığımız üzere burada da suçu kahpe feleğe yüklemişiz. Hani şu bizi diyardan diyara sürükleyen feleğe. Hiç kabahat bulmamışız kendimizde ya da bizi yönetmeye talip olanlarda, dönüp küfretmişiz yok yok onu dahi yapamamışız çok kızdığımız feleğe bile. Zalım demişiz, kahpe demişiz tüm vebali ona yüklemişiz o kadar. Birde çok canımız yanınca türkü yakmışız aleyhine. Tıpkı rahmetli Ali Ekber ustanın sazında sözünde can bulan bir Sivas Divriği türküsünde olduğu gibi
Mektup selam söyle benden sılaya
Söyle benim için dostlar ağlasın
Gözü yaşlı düştüm gurbet ellere
Uzaktır aramız da yollar ağlasın
Bu nasıl guşumuş da yuva yapmamış
Yaptığı yuvayı da tamam etmemiş
Sanki benim derdim bana yetmemiş
Bir dert de sen bana ekledin felek
Ekledin felek de be zalım felek
Bilmem şu zalım feleğin bizimle ne alıp veremediği var. Bildiğim şu ki ters giden her işimizde olduğu gibi göçün getirdiği ya da yarattığı sorunlarda da sorumluluğu zavallı feleğe yüklemişiz. Bizim hiç kabahatimiz, kusurumuz yokmuş gibi vakayı görmezden gelmişiz. Bu görmezden geliş göçü yaşayan üçüncü, dördüncü ve daha üst kuşaklarda eğitimsizlik ve yoksullukla birleşince önüne geçilmez bir sel olup bütün büyük şehirleri yutmuş adeta. Bu dejenerasyon öyle boyutlara varmış ki ne sılayı hatırlayan ne feleğe kahreden kalmış. Bu yeni yetmeler, ne şehirli ne köylü olanlar, binlerce yıllık Anadolu kültürünü unutup varoş kültürü oluşturmuşlar sonunda. Her türlü ahlaksızlığın alıp yürüdüğü, her türlü kazancın mubah olduğu, köşe dönücülüğün marifet sayıldığı, sadece güçlünün, kazananın haklı olduğu kanunsuz, hukuksuz daha kötüsü ahlaksız bir nesiller silsilesi hakim olmuş hayata. Bu akıldan bilimden ve toplumsal ahlaktan mahrum bataklıkta yaşamak istemeyen dimağlar çareyi uzak diyarlara kaçmakta bulmuş. Rahmetli Attila İlhan’nın bir şiirinde dediği gibi Anadolu’da kadın bile toprak gibi sevilirken onlar topraklarını yurtlarını, köylerini terk etmek ve yaban ellere göç etmek zorunda hissetmişler kendilerini. Anadolu’nun bereketli tarlalarında gelişip büyüyen bu tertemiz pırıl pırıl bakir beyinler kendi ulusuna değil de emperyalizme hizmet eder olmuş. Öyle ki her fırsatta beddua ettiğimiz felek bile kuytu bir bankamatik köşesinde ağlamaklı, kaderine yanar olmuş. Artık kimsenin kendisini hatırlamadığından yakınarak. Gün olur devran döner mi gelecek güzel günleri görmeye ömrümüz yeter mi bilinmez. Bildiğim şu ki sözü bağlama zamanı geldiğinde aşık Ali Ekber almış sazı eline vurmuş ince teline görelim ne söylemiş ne söyletmişse mevlam güzel söyletmiş bir Erzincan türküsünde;
Şu yüce dağları duman kaplamış
Yine mi gurbetten kara haber var
Seher vakti bu yerde kimler ağlamış
Çimenler üstünde gözyaşları var
Gönlümüz gamlanır böyle günlerde
Önüme çektiler bir siyah perde
Yar senin aşkınla tutuldum derde
Yine mi gurbetten kara haber var.
Gurbeti ve göçü yaşamış ve yaşatmış biri olarak dilimin döndüğü yüreğimin yettiği kadar anlatmaya çalıştım göçün dertlerini. Sürçülisan ettimse af fola, dert verenden derman umula. Tepkisiz kalmayın, sağlıcakla kalın.