TRB1 Bölgesinin Medikal Sanayi Potansiyeli çalıştayında, “Ar-Ge Giderleri Artırılmalı, İnovasyon Teşvik Edilmeli” önerisinde bulunulurken, dışa bağımlılık oranının çok yüksek olduğu ortaya çıkarıldı.
Fırat Kalkınma Ajansı (FKA) tarafından yapılan açıklamada, “FKA Kalkınma Kurulu, Sanayi ve Ticaret Komisyonu “TRB1 Bölgesinin Medikal Sanayi Potansiyeli” temalı bir çalıştay gerçekleştirmiştir. Kurul Başkanı Prof. Dr. İbrahim Gezer’in başkanlığında, TRB1 bölgesinden ilgili bütün kişi ve kurumların katılımıyla gerçekleştirilen çalıştaya uzman katılımcı olarak Bilim Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı danışman ve uzmanlarından Mesut Öğür davet edilmiştir” denildi.
Gerçekleştirilen çalıştayın sonuç bildirgesinde, “Gerek tıbbi sarf malzemeleri gerekse tıbbi cihazlar geniş bir ürün yelpazesine sahiptir. Piyasada 16 binin üzerinde tıbbi cihaz çeşidinin bulunduğu, bu cihazların değişik çeşitleriyle bu sayının 1 milyon’un üzerinde olduğu tahmin edilmektedir.
Dünya klinik araştırma (Clinical Research) pazarı 100 milyar Dolar’ın üzerinde olup Türkiye’nin bu pazardan aldığı pay 30 milyon Dolar’dır. Bu rakam Türkiye ölçeğindeki bir ülke için oldukça düşüktür. Oysa Türkiye’nin 1/20’i kadar nüfusa sahip İrlanda, 300 milyon Dolar ile Türkiye’nin 10 katı bir paya sahiptir” ifadeleri kullanıldı.
Sonuç bildirgesinde, Dışa Bağımlılık Oranı’nın çok yüksek olduğuna dikkat çekilerek, “Özellikle elektronik ve yazılım ihtiva eden tıbbi cihazlar oldukça pahalı ve katma değeri yüksek ürünlerdir. Bu ürünlerin yurt dışından getirilmesi ülke ekonomisi için ciddi yük oluşturmakta ve cari açığa neden olmaktadır.
Türkiye’nin medikal malzeme ve tıbbi cihaz ihracatı 200 milyon Dolar, ithalatı ise 2 milyar Dolardır. Bu rakamlara göre ihracatımızın ithalatı karşılama oranı yüzde 10 civarında olup oldukça düşüktür. Bu sonuç, ilgili alanda yüzde 90 oranında dışarıya bağımlı olduğumuz anlamına gelmektedir. Oysa Türkiye’ye nispetle küçük bir ülke olan İsviçre, ilgili alanda çalışan bin 600 şirketi ile 15 milyar Dolar ciro yapmakta, 51 bin kişilik istihdam sağlamakta ve 8 milyar Dolar yani Türkiye’nin 40 katı ihracat gerçekleştirmektedir.
Tıbbi Cihazlar katma değeri yüksek olan ürünlerdir. Örneğin bir mikro işlemci, bir taşınabilir bilgisayarda kullanıldığında bu bilgisayarın değeri bin TL iken, aynı işlemci bir tıbbi cihazda kullanılıp yazılımla birleştirildiğinde değeri 100 kat artabilmektedir.
Medikal malzeme konusunda gerek ülkemiz gerekse TRB1 bölgemiz büyük bir iç pazara sahiptir. Ülkemizde her yıl onlarca hastane açılmakta ve yurt dışından on binlerce tıbbi cihaz satın alınmaktadır. Bu kadar büyük bir iç pazara sahip ülkemizin tıbbi cihazlar konusunda daha ciddi yatırımlara yönelmesi kaçınılmazdır.
Medikal sanayinin gelişmesi, alanla ilgili biyomedikal mühendisliğin gelişimiyle de yakından ilgilidir. Biyomedikal Mühendisliği, insan ile ilgili hastalıkların tanısı ve tedavisinde kullanılan tüm cihaz ve sistemlerin üretimi, kullanımı ve yönetimini içeren bir mühendislik alanıdır. Tıbbi cihaz üretimi için, her iş dalında olduğu gibi girişimci, sermaye, insan kaynağı ve mekâna ihtiyaç vardır. Bunların temininde en büyük sıkıntı girişimci ve nitelikli insan kaynağı konusunda yaşanmaktadır” denildi.
“Ar-Ge Giderleri Artırılmalı, İnovasyon Teşvik Edilmeli” önerisinin sunulduğu sonuç bildirgesinde daha sonra şunlar belirtildi:
“Medikal Sanayinin geliştirilmesinde Ar-Ge çalışmaları önemli bir yere sahiptir. Dünyada Ar-Ge giderlerini GSMH’nın yüzde 4’üne kadar yükselmiş ülkeler vardır. Bu oran ülkemizde henüz yüzde 1’e yaklaşmıştır. Dahası gelişmiş ülkelerde bu kaynağın yüzde 70-80’i özel sektör, yüzde 20-30 kamu tarafından kullanılırken biz de bu oranlar tersinden gerçekleşmektedir. Bu ise verimliliği olumsuz etkilemektedir.
İnovasyonda dünyada ilk üç ülke İsviçre, İsveç ve Singapur’dur (bkz. Internatioanal Inavation İndex ya da Global Inovation Index). Bu ülkelerden ilk ikisi geçmişten beri bir gelişim ve inovasyon kültürüne sahip ülkelerdir. Sonuncusu ise 1965’de kurulan, 434 km2’lik küçük bir ülkedir. Singapur’un bu durumu bize, ciddi bir geçmişe sahip olmadan, sıfırdan başlayarak, bazı planlama ve düzenlemelerle kısa sürede dünya çapında bir inovasyon merkezine dönüşmenin mümkün olabileceğini göstermektedir.
Tematik Üniversite Sistemine Geçilmeli:
Nasıl ki bir insan her konuda uzman olamazsa, bir üniversite de her alanda uzmanlaşamaz. Bu yüzden hızla tematik üniversite sistemine geçilmelidir. Bu temalardan bazıları nükleer enerji, nano teknoloji, biyoteknoloji, kompozit malzemeler, ileri üretim teknolojileri, otomotiv sanayi, tıbbi cihazlar, ulaşım teknolojileri vs olabilir. Bunun başarılması durumunda belli alanlarda temayüz eden üniversiteler kısa zamanda gıptayla bakılan üniversitelere dönüşeceklerdir.
Diğer taraftan interdisipliner çalışmalar artırılmalıdır. Ar-Ge, çok boyutlu multidisipliner bir çalışma gerektirir. Zira günümüz sistemleri oldukça karmaşık olup birçok bilim alanını beraber içerirler. Bu yüzden proses mühendisliği, endüstri mühendisliği, sistem mühendisliği, mekatronik mühendisliği gibi yeni mühendislik alanları doğmuştur. Örneğin bir tıbbi cihaz üretmek istiyorsanız anatomi, biyoloji, fizik, kimya, malzeme bilgisi, mekanik tasarım, elektronik tasarım, yazılım bilgisi vs gerekecektir. Bütün bu yeteneklerin tek bir insanda ya da firmada toplanması pek mümkün değildir. Bu yüzden disiplinler, üniversiteler ve firmalar arası işbirliği imkânları artırılmalıdır.
Özel Sektör de Elini Taşın Altına Koymalı:
Ülkemizde yüzde 1’lere yaklaşan Ar-Ge harcamaları için ayrılan kaynağın tamamına yakını kamu tarafından sağlanmaktadır. Oysa gelişmiş ülkelerde bu kaynakların yüzde 70-80’i özel sektör tarafından sağlanmaktadır. Bu yüzden ülkemizde özel sektörün Ar-Ge’ye daha çok kaynak ayırması sağlanmalıdır. Ayrıca firmalarımız teşvik olmaksızın Ar-Ge yapmama eğiliminden vazgeçmelidirler. Maalesef firmalarımızın birçoğu hem yatırımı hem de Ar-Ge çalışmalarını teşvikten faydalanarak yapmak peşinde koşmakta ve enerjilerinin önemli bir kısmını bu işler almaktadır. Teşvik olmaksızın Ar-Ge’ye kaynak ayırmak neredeyse kimsenin aklına gelmemektedir. Oysa gelişmiş ülkelerde bu duruma rastlamak mümkün değildir. Firmalar Ar-Ge’ye ciddi kaynaklar ayırmalıdır, zira gelişmenin ve rekabet etmenin yolu buradan geçmektedir.
Malatya, Elazığ, Tunceli ve Bingöl illerini kapsayan TRB1 Bölgesi, hekim ve hasta yatağı sayılarının esas alındığı sağlık göstergeleri açısından ülkemizdeki 26 ajans bölgesi arasında ikinci sıradadır. Bölgemizin diğer alanlardaki durumu dikkate alındığında bu düzey oldukça iyi bir düzeydir. Bölgede bulunan yaklaşık 50 hastanede yoğun bir tıbbi sarf malzemesi ve tıbbi cihaz kullanımı söz konusudur. Devam etmekte olan sağlık yatırımlarıyla bu tüketim daha da artacaktır. Bununla birlikte bölgede medikal sanayi gelişmemiş olup medikal malzeme üretimi yok denecek kadar azdır. Sağlık göstergeleri açısından iyi durumda olan bölgemizin medikal malzeme üretimi konusunda bu durumda olması düşündürücüdür. Bölgenin bu alanda mesafe kaydetmesi büyük önem arz etmektedir. Bu yüzden bölgenin bütün ilgili kurum ve kuruluşları zaman kaybetmeksizin buna yönelik bir vizyon geliştirmeli, bir projeksiyon ve yol haritası ortaya koymalıdırlar.“