Trakya Üniversitesi İktisadi ve Ticari Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi ve MTSO Ekonomi Danışmanı Prof. Dr. Sadi Uzunoğlu, çok ciddi bir likidite verilmesine rağmen dünya ekonomileri artık eski büyümelerini yakalayamadığını belirterek, Türkiye’nin de bilinçli olarak ‘büyümemeyi’ tercih ettiğini söyledi ve “Nedeni, dünyada yaşanan gerilim” dedi.
Mersin Ticaret ve Sanayi Odası’nın (MTSO) 129. Kuruluş Yıldönümü kapsamında, ‘Meslek Komiteleri Ortak Toplantısı’ düzenlendi. MTSO Başkanı Şerafettin Aşut, Yönetim Kurulu üyeleri ve MTSO bünyesinde çalışma yürüten meslek komitelerinin temsilcilerinin katıldığı toplantıda, Trakya Üniversitesi İktisadi ve Ticari Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi ve MTSO Ekonomi Danışmanı Prof. Dr. Sadi Uzunoğlu, “Ekonomideki Gelişmeler ve Beklentiler” başlıklı bir sunum yaptı.
Başkan Aşut, MTSO Konferans Salonu’nda düzenlenen toplantının açılışında yaptığı konuşmada, meslek komitelerinin önemine değindi. Meslek komiteleri ile Mersin7in sorunlarını birlikte tespit edip çözümler ürettiklerini belirten Aşut, tüm bunları gönüllülük esasıyla yapmalarının ise bu çalışmaları kutsal bir değere dönüştürdüğünü söyledi. Meslek komitelerinin MTSO’nun omurgası olduğunu vurgulayan Aşut, komitelerin tabanın sesi olduğunu, bu nedenle de olaya bakışlarının çok önemli olduğunu kaydetti.
“ARTIK YÖNETİMDEN YÖNETİŞEME GEÇMEK ZORUNDAYIZ”
Dünyanın değişmeye devam ettiğini, artık yönetim piramitlerinin önemini yitirdiğini de dile getiren Aşut, “Artık yönetmek değil, yönetişim felsefesi dünya ekonomisine hakim olmakta veya yönetişime değer verenler dünya ekonomisinde yükselmektedirler. Bizler gibi sivil toplum kuruluşlarında da durum böyle olmalıdır. Yönetişim, tepeden değil, tabandan gelen sese kulak vermek ve tabanla birlikte çalışmaktır, ortak akılla her üyenin tecrübesini kullanmaktır. Demokrasinin omurgası olan odamızın artık yönetimden yönetişime geçme zamanı gelmiştir. Odamız komiteleri ile bunu yapma kültürüne sahiptir. Ama bunu artık daha planlı ve etkin hale getirmek zorundayız” diye konuştu.
“DÜNYA EKONOMİLERİ ESKİ YÜKSEK BÜYÜMELERİ YAKALAYAMIYOR”
Daha sonra kürsüye çıkan Prof. Dr. Sadi Uzunoğlu, Türkiye ekonomisinin içinde bulunduğu durum ve önümüzdeki yıllarda ekonomide meydana gelebilecek değişimleri içeren bir sunum yaptı. Dünyada çok farklı bir değişim olduğuna işaret eden Uzunoğlu, eskiden yüksek büyüyen ekonomileri bugün görmenin mümkün olmadığını ifade ederek, “Artık günümüzde bu ekonomik büyümeleri dünyada hemen hemen hiçbir ekonomi yakalayamıyor. Bundan sonra yakalaması da çok zor görünüyor. Çünkü dünya şimdiye kadar böyle bir faiz oranı yaşamadı. Amerika’da faizler sıfır düzeyinde, Avrupa Birliği’nde neredeyse negatif düzeyde, Japonya’da negatif düzeyde. Yani dünyanın bütün gelişmiş ülkeleri sıfır faizle gidiyorlar ki, tarihte böyle düşük bir faiz ortamı yok. Merkez bankalarının bastıkları paralara veya bilançolarına baktığınızda merkez bankaları inanılmaz likiditeler yaratmış. Örneğin Amerikan Merkez Bankası 2008 yılında 1 trilyon dolar büyüklüğe sahipken, şu anda aşağı yukarı 4,5 trilyon dolarlık bir büyüklüğe sahip. Yani dolar likiditesinde 4,5 katlık bir artış var. Avrupa’da da çok benzer bir gelişme var, bilançoları 1 iken 2,5’e yükselmiş, Japonlar 1 iken 3,5 düzeyine yükselmiş. Dünyaya inanılmaz likidite veriyorlar ve tartıştıkları da şu; neden enflasyon yok. Amerika’da şu anda enflasyon yüzde 1,8. Dolayısıyla çok ciddi bir likidite verilmesine rağmen dünya ekonomileri artık eski büyümelerini yakalayamıyor. Türkiye açısından baktığımız zaman da aynı durumu görüyoruz. Dünyanın şu anda bir numaralı problemi büyüme problemidir” şeklinde konuştu.
“TÜRKİYE, BİLİNÇLİ OLARAK BÜYÜMEMEYİ TERCİH ETTİ”
Türkiye’de yüzde 5’ler seviyesinde bir büyümenin yakalanması gerektiğinin altını çizen Uzunoğlu, şöyle devam etti: “Çünkü işsizimize iş bulabilmek, sürdürülebilir bir gelir artışını yaratabilmek için ekonominin yıllık yüzde 5 civarında büyümesi gerekiyor. Fakat Türkiye ekonomisinin büyümesine baktığımız zaman özellikle 2011 yılından itibaren yüzde 3’ler seviyesi ortalama gerçekleşecek, 3 yılda ortalama yüzde 3 diye bakın, çünkü bu yıl bizim beklentimiz 3’ün altında bir büyüme. Ekonomi yönetimi her ne kadar ‘3,3 büyüyeceğiz’ dese de biz 2,8 gibi bir büyüme bekliyoruz. Son 3 yılda yüzde 3’lük bir büyümeyi yakalayabiliyoruz. Bunu bilinçli tercih ettik. Yani biz dedik ki, bu bizim tercihimizdir, biz artık büyüme taraftarı değiliz, yüksek büyümeyi gerçekleştiremeyiz. Çünkü büyümenin 3 tane kaynağı var. Biri tüketici harcamalarıdır, ikincisi devletin harcamalarıdır, üçüncüsü de dış ticaretin etkisidir. Son dönemde tüketici kredilerinin yüzde 9’lar düzeyine düştüğünü görüyoruz ki, toplam kredi artışı ortalaması Türkiye’de yıllık yüzde 15’ler seviyesindedir. Bu nedenle özellikle tüketici kredilerine ciddi bir baskılama yapıyoruz. Türkiye ekonomisinin performansına da baktığımız zaman özellikle bu yıl çok net gördük ki, iç talepte büyüme neredeyse sıfırlar düzeyinde. İç talep dediğimiz özellikle tüketim harcamaları maalesef artmıyor. Bu, yatırımları da etkiliyor. Türkiye’nin son 2 yıldan beri en büyük problemlerinden birisi budur zaten, özel kesimin yatırım harcamalarındaki artış oranı yavaşlıyor, yani negatif. Özel sektör yatırım harcamalarında bir düşüş var.”
“2015 YILI TEHDİT ALTINDA”
Büyümenin bir diğer kaynağı olan devlet harcamalarına bakıldığında da ekonomide bir taraftan devletin küçültmeye çalışıldığını, özelleştirme yapıldığını kaydeden Uzunoğlu, “Devletin harcamaları da bir yere kadar etki yapabiliyor. Çünkü ekonominin en fazla yüzde 20’sini oluşturan bir harcama yapısına sahip devlet. Dış ticarete bakıyoruz, ihracat özellikle geçen yıldan bu yana kur artışıyla bir ivme kazandı. İhracat artışının ikinci etkisi de krizden çıkış beklentileri dünyada ihracatı harekete geçirdi. Fakat artık ihracatta o ivmeyi daha fazla yukarı doğru taşımamız çok kolay değil. Çünkü Suriye, Irak pazarları ciddi sorunlu, İran ile pazarımız çok da canlı değil. Azerbaycan ve Rusya’da da sıkıntı var. Petrol fiyatlarının 60 dolarlar seviyesine gerilemesi maalesef bizim o bölgeyle olan ticaretimizi olumsuz yönde şimdiden etkilemeye başladı. İhracattaki kaybımız Rusya’ya sadece 1 milyar dolar olarak bugün açıklandı. Peki büyüme nasıl gerçekleşecek? Devlet harcamaları ve ihracat Türkiye’yi nasıl kaldırıp götürebilir? Biraz zor görünüyor. Eğer tüketici kredileri bu düzeylerde tutulursa sonuçta geldiğimiz nokta şudur; Türkiye ekonomisinin bundan sonra yüzde 3’ler seviyesinde bir büyümeye takılıp kalacağını çok rahat söyleyebiliriz. 2015 yılı da bu açıdan bir tehdit altındadır, özellikle tüketici kredileri açısından” ifadelerini kullandı.
“2016 SONU İTİBARİYLE DOLAR İLE EURO EŞİTLENECEK”
Türkiye’nin ‘büyümemeyi’ tercih etmesinin nedeninin dünyada yaşanan gerilim olduğunu aktaran Uzunoğlu, şunları söyledi: “Peki neden büyümemeyi tercih ettik? Bu güzel bir tercih değil. Çünkü işsizlik oranlarında bizim istediğimiz Türkiye’de yüzde 6’lar civarındadır, şu anda yüzde 10,5 seviyesinde seyreden bir işsizlik oranıyla karşı karşıyayız. Demek ki, işsizlikte de çok ciddi bir düşüş beklemiyoruz. Peki, büyümeyen, gelir yaratmayan bir ekonomi ve işsizliği kabul eden bir ekonomi. Nasıl ekonomi yönetimi böyle bir şeyi kabul edebilir? Nedeni, dünyada yaşanan gerilim. Amerika’da faiz oranlarının yükseleceği beklentisi, likiditenin tekrar Amerika’ya geri döneceği, eskiden bizim gibi gelişen ekonomilere gelecek olan paranın miktarındaki azalma. Yani bizim gibi ülkelere gelen sermayenin miktarında ciddi bir azalma göreceğiz. Bu sermaye girişi olmazsa Türkiye ekonomisi yüzde 8-9 gibi bir büyümeyi tercih ederse, tüketici kredilerine yol verirse, bunun finansmanı nasıl yapacak? Biz maalesef uzun yıllardan beri dış finansmanla götürüyoruz. Bizim bir problemimiz var. Biz büyüdükçe ithalata dayalı bir ekonomi haline geldiğimiz ve dış finansmana dayalı bir ekonomi haline geldiğimiz için maalesef cari açığımız patlıyor. Önümüzdeki 2 yıllık dönemde bizim beklentimiz doların Euro karşısında güçleneceği, bir Euro’nun 1 dolara eşit olacağı yönünde tahminler de var 2016 yılı sonu itibariyle. Dolayısıyla Türkiye malı dışarıdan dolarla alın ama ağırlık olarak Euro ile ihracat yapan bir ülke olduğu için bu koşullarda kurda hiç değişiklik olmasa bile Euro’nun aşağıya doğru düşeceğini, doların yukarı doğru çıkacağını düşünürsek, yine bizim üretim maliyetlerimizden bir baskı geleceği enflasyonun üzerine çok nettir.”