Uzman Psikolog Naciye Tokaç, konuyla ilgili yaptığı bilgilendirmede şöyle konuştu: “İnsanın varoluşundan bu güne devam eden hangi kutsal duygu vardır ki; hâla nasıl olduğu anlaşılamamış, hâla hakkında varsayımlar üretilmiş, en önemlisi de gerçekliği sorgulanmıştır. Belki de sadece aşk duygusu bu kutsallığı hak eder. Sadece aşk hakkında tartışmalar insan varolduğu sürece de devam edecek gibi görünüyor. Aşkı bu kadar anlaşılmaz yapan nedir? Gizliliği mi? Herkesin aşk duygusunu farklı tariflemesi mi? Bazılarına gerçek bir duygu olarak gelmemesi mi? Yoksa eşsizliği mi?
AŞKI BU KADAR ANLAŞILAMAZ YAPAN NEDİR?
Aşk için söylenen birçok ifade onun anlaşılmasında yetersiz kalmakta; neredeyse insan sayısı kadar aşk tarifiyle karşılaşmaktayız. Çünkü aşk kişiye özgü yaşanan bir duygudur. Aşkı sadece kişinin beyninde gerçekleşen biyokimyasallara hapsettiğimiz takdirde, tüm sırlarını elinden almış oluruz.”
AŞIK OLAN KİŞİLER BİRBİRLERİNE KARŞI NASIL DUYGULAR HİSSEDERLER?
Aşkın kadın ve erkek arasında gerçekleşen ve birbirine doğru akan bir duygu olduğunu anlatan Uzman Psikolog Naciye Tokaç, şunları söyledi: “Başkası için sıradan olan bir kişiyi aşık için en özel yapan o akımdır. Planlanarak ve istenilerek hissedilen bir duygu değildir. Gelip geçici ve istenildiğinde vazgeçilebilen bir duygu değildir. Aşık olan kişiler birbirine karşı hayranlık, istek, arzu ve cinsel çekim hisseder. Aynı zamanda hırs ve tutku aşkın parçalarıdır."
Aşk için bütünleşme isteğinin, bazen sevdiğinde kaybolma arzusunu doğurduğunu anlatan Tokaç, sözlerini şöyle sürdürdü: "Bu yönüyle patolojik bir durum olarak adlandırıldığı çok olmuştur. Kişinin kendinden geçtiği, ötekinde varolmak istediği, sadece onun mutluluğuyla mutlu olduğu durum sizce de biraz tuhaf değil mi? Ama her şeye rağmen aşık olmaya devam etmek en güzeli. Ne var ki aşık olan kişilerin hepsi bu harika duyguyu yaşama fırsatı bulamadan ayrılmak zorunda kalabilir. Ancak bazı şanslı kişiler sonsuz aşklarını ömür boyu birlikte yaşama şansını yakalayabilir. Aşık için ayrılmak, bir ateş gibi yanmak, kimsenin onu anlamaması, yalnızlık içinde acı çekmektir."
Aşk bu kadar güçlü bir duygu iken nasıl ve neden üçüncü bir kişi hayatlara ortak alınır" diye soran Psikoterapist Tokaç, cevabını yine kendisi şöyle verdi: "Aldatmanın aşk ile ilişkisi olmadığını söyleyebilirim. Aşık olan kişi bir diğerini göremez, sevemez, çekim hissedemez. Aldatmanın temelinde farklı birçok dürtü yatmaktadır. Öncelikle aldatma ile kişilik özellikleri arasında bağ olduğuna dair araştırmaların varlığını söyleyebilirim. Dışadönük, açık fikirli, yeniliklere açık, yenilik arayışında olan, dürtü kontrol sorunu olan kişiler ile içedönük, duygularını kolaylıkla açamayan, sosyal ilişkilerinde bağımlı kişilik özelliklerinin aldatmaya daha yatkın olduğu düşünülmektedir. Ancak insanın birçok farklı etkenin etkisinde olabileceği ve değişkenliği de unutulmamalıdır.”
Uzman Psikolog Naciye Tokaç, daha sonra şunları söyledi; “Benlik saygısı; kısaca kişinin kendine verdiği önem, değer, atfettiği özellikler ve kendini sevmesi ne kadar yüksekse bir diğerine olan ihtiyacı azalacaktır. Benlik saygısı düşük bireylerde aldatma eğilimde diyebiliriz. Bu kişiler için beğenilmek, arzulanmak, takdir edilmek hoşa gidecektir çünkü bu kişilerin benlik saygıları yeterince yüksek değildir. Bir diğer özelliğin dıştan denetimli kişilerin de aldatmaya daha yatkın olabilecekleridir."
İçten denetimli kişilerin, yaptıklarını ve yapacaklarının sorumluluğunu alma bilincinde olduğunu anlatan Tokaç, şöyle konuştu: "İçten denetimli kişiler yönlendirilmeye daha yatkındır. Bu nedenle dışarıdan gelebilecek beğeni, sevilme ve hoşlanma bu kişileri aldatmaya yatkın kılacaktır. Çocukluk döneminde kurulan temel güven duygusu ve bağ diğerleri ile olan ilişkileri etkilemektedir. Yaşamın ilk yıllarında kurulan bu bağ yetişkinlikte diğerleri ile kurulan ilişkinin temellerini atmaktadır. Güvenli, kaygılı ve kaçıngan bağlanma stillerinden güvenli bağlanan bireyler, yetişkinlik yıllarında da sorumluluk alabilen, diğerine güven besleyebilen kişiler olacaklardır. Kaygılı bağlanan bireyler ikili ilişkilerde terk edilme, vazgeçilme kaygıları besleyeceğinden ikili ilişkide bağlanma sorunları yaşayabilirler.
Bu nedenle kaygılı bağlanan bireyler, sevilme, beğenilme duygusuna önem verecek ve aldatmaya yatkın olabilecektir. Sosyal hayattaki zorlanmalar da ikili ilişkilerde aşk ateşinin sönmesine neden olabilmekte. İş hayatı, aile veya sosyal hayatta zorlanmalara maruz kalan partnerler arasında tartışmalar gözlenmekte ve giderek aşkın ilk zamanlar gibi ortaya koyulamadığı görülmektedir. Bu gibi durumlarda kişi anlaşılmak isteyeceğinden, kendisini sorgulayan değil yanında olmasını arzulayan birisini istediğinden üçüncü kişinin ilişkiye eklemlenmesi daha kolaylaşacaktır."
Önemli bir noktanın çiftler arasındaki cinsel sorunlar olduğunu anlatan Tokaç, sözlerini şöyle tamamladı:
CİNSELLİK MUTLAKA KONUŞULMALI
"Cinsellik en az konuşulan, çiftler arasında da sorunların en az konuşulduğu alandır. Cinsel yaşamla ilgili uyumsuzluk, tatminsizlik eğer konuşularak halledilmezse kemikleşerek çözümsüz hale gelebiliyor. Cinsel sorunlarda kişiler terapiye bile oldukça geç başvurmaktadır. Cinselliğin doğal bir dürtü olduğu ve doyurulması gerektiği düşünüldüğünde; cinsel yaşamla ilgili sorunlar çözümlenmediği takdirde kişiler farklı arayışlar içerisine girebiliyor. Aşk derin, başka hiçbir duyguyla kıyaslanmayan, kavuşulduğunda dahi doyumsuz bir duygudur. Aldatma dürtüsü ile aşk arasında kıyaslanabilir bir bağ bulunmamaktadır. Aldatmanın farklı birçok nedeni olduğu düşünüldüğünde aldatmanın aşka ihanet olduğunu söyleyemeyiz.”
Milliyet/