Bitlis’te 1. Dünya Savaşı’nın 100. Yılı Sempozyumu

Bitlis’te 1. Dünya Savaşı’nın 100. Yılı Sempozyumu

Bitlis Eren Üniversitesi (BEÜ) ve Türk Tarih Kurumu’nun ortaklaşa gerçekleştirdikleri ‘1. Dünya Savaşı’nın 100. Yılı Sempozyumu’ başladı.
Açılışta konuşan Türk Tarih Kurumu Başkan Vekili Prof. Dr. M. Ali Beyhan, Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemleri ve yapılan Mondros Anlaşması ile elimizdeki değerli toprakların kaybedildiğini vurguladı. Beyhan, “Bu tür toplantıların amacı, yeni bilgilerin verilmesi, tarihteki bazı yanlışların düzeltilmesi, mevcut bilgilerin genişletilmesine katkı sunmaktır. 1. Dünya Savaşı, Osmanlı Devleti için sonu belli olan savaştı. Osmanlı Devleti, savaş öncesinde 2,5 milyon dönüm topraklara sahipti. Bu sınır genişliğini korumak için çok farklı cephelerde savaşmak zorunda kaldı. Mondros Ateşkes Anlaşması ile birlikte bu değerli toprakları da kaybetti” dedi.
Bitlis Eren Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mahmut Doğru ise, 1. Dünya Savaşı’nda en fazla etkilenen bölgenin Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgeleri olduğunu söyledi. Doğru, “1. Dünya Savaşı’ndan en fazla zararı bizim bölgemiz gördü. Bu nedenle bu sempozyum bizim için önemlidir. Geleceğimiz için önem taşıyor. Buradan elde edilecek sonuçlar, bölgenin gelişimine de yön verecektir” şeklinde konuştu.
Bitlis Valisi Orhan Öztürk de, “Büyük olmak, zulme karşı olmak, mazlumun yanında olmak, adaletli olmak, insanlara eşitlikçi bir muamele yapmak, kimliğini ve kişiliğini kabul etmek ve herkesi olduğu gibi görmektir. Bu anlamda dünyada tek gördüğüm ülke sadece Türkiye’dir. Bu savaşın en büyük mağduru Osmanlı İmparatorluğu’dur. Bu savaş esnasında Balkanlar’dan ve Kafkaslar’dan milyonlarca kardeşimiz yerinden yurdundan sürülürcesine göç ettirilerek Anadolu’ya sığınmak zorunda kaldı. Tabi aradan 3-4 kuşak ve 100 yıl geçtikten sonra onların çektikleri bu sıkıntıları bizim anlamamız ve idrak etmemiz çok kolay değildir. Aradan 100 yıl geçmesine rağmen bugün benzer bir olayla tekrar karşı karşıyayız. Yerinden yurdundan atılmanın ne kadar yakıcı bir ızdırap olduğunu yanımızdaki Kobani’de 150-200 bin kardeşimizin Türkiye’ye sığınması ile tekrar yaşıyoruz. Köyünden, kentinden ayrılmak zorunda kalan insanların ızdırabını onlara sormak gerekir. Bugün yüz binlerce insan Ortadoğu’da yerinden yurdundan koparılmış, aç ve sefil bir vaziyette bırakılmıştır. Bunların batıyı hiçbir şekilde alakadar etmiyor gibi bir görüntüsü vardır. Suriye’den ülkemize gelen mültecilerin hiçbirisine ayrımı yapmadan zengin, fakir ayrımı yapmadan her türlü ihtiyacını karşılıyoruz. Ama menfaatinden başka bir şey düşünmeyen batılı ülkeler bu ülkelerde sadece işine yaracak insanları almaya çalıştılar. İşine yarayanları ülkelerine kabul ediyorlar. Fakir ve fukarayı, işine yaramayanları almıyorlar. İşte Türkiye’nin buradaki davranışı tarihi düsturuna yakışır bir harekettir. Zengin, fakir, nitelikli, niteliksiz demeden bize sığınan hiçbir kimseye sırtımızı çevirmedik. Ancak bu dünyayı yönettiğini zanneden ülkelerin süper güç olduklarını söyleyebilirim, ama büyük olduklarını söyleyemem. Büyüklük sadece zenginlikle, ileri teknoloji ile ilgili bir konu değil, büyüklük bizim çevremizden gelen insanlara kucak açmamız gibi farklı şeylere ihtiyaç hissedilir. Büyük olmak, zulme karşı olmak, mazlumun yanında olmak, adaletli olmak, insanlara eşitlikçi bir muamele yapmak, kimliğini ve kişiliğini kabul etmek ve herkesi olduğu gibi görmektir. Bu anlamda dünyada tek gördüğüm ülke sadece Türkiye’dir” dedi.
Konuşmaların ardından 2 gün sürecek sempozyum yapılacak oturumlarla devam edecek.