“daha Çok İlaç Satmak İçin Hastalık İcat Ediyorlar”
Gıda ve İhtiyaç Maddeleri Denetleme ve Sertifikalama Araştırmaları Derneği (GİMDES) Başkanı Dr. Hüseyin Kâmi Büyüközer, “Daha Çok İlaç Satmak İçin Hastalıklar İcat Edelim mantığı ile bütün dünyada egemenliğini yürütmeye devam eden büyük bir ilaç mafyasının kıskacı içindeyiz” dedi.
Gıda ve İhtiyaç Maddeleri Denetleme ve Sertifikalama Araştırmaları Derneği (GİMDES) Başkanı Dr. Hüseyin Kâmi Büyüközer, “Daha Çok İlaç Satmak İçin Hastalıklar İcat Edelim mantığı ile bütün dünyada egemenliğini yürütmeye devam eden büyük bir ilaç mafyasının kıskacı içindeyiz” dedi. Büyüközer, ilaçlar hakkında bir çok telefon ve mail aldıklarını GİMDES olarak 2005 yılından beri gelen mail ve telefonlara cevap verdiklerini , sitelerinde yaptıkları bilgilendirici yayınlarıyla öncelikle kendi ülkelerinde bile dışlanmaya, yok farz edilmeye çalışılan Müslüman tüketicilerin gıda, ilaç ve kozmetik gibi ürünlerde bilinmeyen, ya da üreticiler tarafından açıklanmayan sağlık ve dini inançlarını yakından ilgilendiren bilgileri vermeye çalıştıklarını belirterek, “Hastalıkların tedavisinde kullanılan ilaç ve aşılarda çok ulusluluk ve Müslümanların inanç isteklerinin göz ardı edildiği bir sistem devam etmektedir. Halen “Daha Çok İlaç Satmak İçin Hastalıklar İcat Edelim” mantığı ile bütün dünyada egemenliğini yürütmeye devam eden büyük bir ilaç mafyasının kıskacı içindeyiz. Bu kıskaç tedavi etmiyor, hastalıkları çoğaltıyor, hastaların sayısını artırıyor. Batı merkezli olan bu kıskaçtan bütün insanlığı kurtaracak yegane güç İslam Ümmeti olarak gözükmektedir. Müslüman Hekimler, Müslüman Eczacılar, Müslüman İlaç Üreticileri, Müslüman İnanca sahip üniversiteler, Din Alimleri ve Sağlık Bakanlıklarına kadar uzanan Müslüman ülkelerin mutlak işbirliği ile oluşacak bir zincirin aksiyonuna vabestedir.
Bu zincirin halkaları ilk elden ülkede mevcut sağlık ve tedavi metodunun üzerinde durmalıdır. Öncelikli hedef hastalıklarla mücadelemidir? Yoksa öncelikli olarak “Koruyucu Hekimlik” “ Sağlıklı Yaşam ve Beslenmenin Yaygınlaştırılması”, “ Doğru Hastalık Tanımı ve Doğru Tedavi” mi? olmalıdır, tespitinden sonra, halen Müslümanların tedavisinde kullanılan İthal edilen ve üretilen ilaçların ana madde, yardımcı madde ve katkı maddesi olarak kullanılan elemanların Müslümanların inançlarına uygun hale getirilmeleri esas olmalıdır. Bu düşünce tarzının ne kadar elzem ve önemli olduğunu anlamak için Batılı anlayışın bugünkü uygulamaları üzerinde biraz daha durmalıyız” dedi.
Dünyaya hakim olan batılı Sağlık anlayışının kendi ülkeleri dahil kimseye sağlık sağlayamadığını vurgulayan Büyüközer, “Bugün batı ülkeleri başta olmak üzere bütün dünyada hem kemiyet ve hem oran itibarıyla büyük artış gösteren ana hastalıklar diyabet, tansiyon, kalp damar, kanser ve obozite baş sıralarda yer almaktadırlar. Bunların yanında milyonlarca sağlam insanlar da, ehemmiyetsiz rahatsızlıklar bahane edilerek, ömür boyu ilaç bağımlısı haline getirilmektedir.
“Daha Çok İlaç Satmak İçin Hastalıklar İcat Edelim” mantığı ile, şimdilerde en büyük ilaç firmalarının pazarlama stratejileri saldırgan bir tarzda sağlıklı insanları hedef alıyor. Günlük yaşamın tüm iniş-çıkışları artık tedaviye muhtaç psikolojik bozukluk kategorisine dahil ediliyor. Sıradan şikayetler acil müdahale gerektiren korkunç hastalıklar olarak sunuluyor ve giderek daha çok insan hasta kategorisine dahil ediliyor. Bu gün finansal portesi 600 milyar dolara varan ilaç endüstrisi en temel duygularımızı, sıradan psikolojik sıkıntılarımızı, ölümü, vb. sömürüyor. Sonuç itibariyle de insan tanımını değiştiriyor. Artık dev ilaç firmaları mümkün olduğu durumlarda insanların hayatını kurtarmak ve acılarını dindirmekle kendilerini sorumlu tutmuyor. Sadece ihtiyaç sahiplerine ilaç satmakla yetinmiyorlar. geçerli akıl gereği, herhangi bir sağlık sorunu olmayan birine “sen hastasın” demek çok iyi kazandırıyor.” İfadelerini kullandı.
Büyüközer sözlerine şöyle devam etti: “Kalkınmış ülkelerde insanlar yoğun reklam kampanyalarına muhatap, sağlığından birazcık kaygı duyanları gerçek hastalar durumuna getiriyor. Artık basit, sıradan şikayetler dahi öldürücü hastalıklar gibi muamele görüyor. O kadar ki, mesele çekingenlik bir “ sosyal anksiyete bozukluğu” saylıyor, kadınlarda adet öncesi tansiyon, önemli bir sorun olarak algılanıyor. Ufak bir psikolojik veya bedensel sorun hemen bağışıklık sisteminin çökmesi ile bağlantı kurularak önemli bir hastalık sayılıp tedaviye girişiliyor. Bu tür ilaç satış pratikleri de esas itibariyle dünya ilaç firmalarının odaklandığı ABD’de gerçekleşiyor. Aslında bu ülke dünya nüfusunun yüzde 5’den azına sahip ama tüm dünya’da yazılan reçetelerin yüzde 50’sini temsil ediyor. İlaç sanayii pazarlama sorumluları ile, ilaç firmaları, reklamcılar bir masanın etrafında oturup “hastalık ve sağlık durumuna dair yeni fikirler geliştiriyorlar”. Amaç her zaman ilaç satışlarını azami düzeye çıkaracak şekilde sağlık durumuyla ilaçlar arasında bağ kurmaktır. İlaç sektöründeki çok uluslu şirketlerin bu şekilde yeni hastalıklar icat etmesi birçoklarına garip gelebilir ama bu söz konusu sektörde çok yaygın ve geçer akçe sayılan bir şey. Batı kaynaklarında yeni hastalıklar pazarını oluşturmanın, milyarlarca dolarlık kazanç anlamına geldiği kabul ediliyor
Sağlık sorununa alternatif çözüm, alternatif yaklaşım ve anlayış ve alternatif tedavi yöntemleri, daha tedavi aşamasına gelmeden hastalıkları önleme veya azaltma olasılıkları bilinçli olarak arka plana itilip, savsaklanıyor. Tabii, asıl amaç akıl almaz bir tempoyla ilaçlara müşteri bulma. Eğer hastalıkların tanımı genişletilirse, bu sözde hastalıkların sebepleri de o derecede dar tutulmak zorundadır. Bu tür bir pazarlamacılar dünyasında kalp-damar hastalığı gibi bir sağlık sorunu çok önemsenir, zira, iyi bir kâr alanıdır. Yaşlılarda kalça kırığını önlemeye yönelik tedaviyle, sağlıklı yaşlı kadınlardaki kemik erimesi durumu birbirine karıştırılır. Olayın bir boyutu üzerinde yoğunlaşmak, diğer veçhelerin, dahası en önemli veçhlelerin gözden kaçırılmasıyla sonuçlanabiliyor. Tabii, bunun bedeli de bireye ve topluma ödetiliyor. Eğer asıl amaç, sağlıklı insanların kullandığı anti-kolesterol ilaçları üretip-satmak değil de, mesela tütün zehirlenmesine karşı önlemler, insanların daha çok fiziki aktivite yapmasının koşullarını oluşturmak , ya da daha dengeli beslenmelerini sağlayacak bir gıda rejimi oluşturmak olsaydı, öncelikler, yöntemler, araçlar farklı olsaydı, sonuç da farklı olurdu.
Hastalıkları “satmak” farklı pazarlama yöntemlerine göre yapılıyor ama en yaygın olanı insanlardaki korkuyu kullanmaktır. Mesela menopoz döneminde kadınlara hormon satmak için kalp krizi riski öne sürülüyor. Çocuklarda görülen en küçük depresyonun intiharla sonuçlanabileceği korkusu kullanılarak anne ve babalara ilaç satılıyor. Ömür boyu kullanılan, otomatik reçeteye tâbi anti- kolesterol ilaçları satmak için de vakitsiz ölüm korkusu işleniyor... Oysa çoğu zaman şifâ niyetine kullanılan ilaçların kendisi bir dizi hastalığa sebep olmaktadırlar”.