(özel Haber) - Savaşın Kahramanları Kadınların Psikolojik Dünyası

(özel Haber) - Savaşın Kahramanları Kadınların Psikolojik Dünyası

Uzm. Psikiyatr Dr. Sıtkı Karaca, savaş nedeniyle dişleriyle tırnaklarıyla oluşturdukları yuvalarını, kurulu düzenlerini bırakarak göç etmek zorunda kalan kadınların sığındıkları ülkelerde bu kez psikolojik dünyaları ile mücadele ettiklerine dikkat çekti. Uzm. Dr. Karaca, “Kendi kültürünüzden uzaklaşma, beraberinde kaygıları ve çözünmeleri artırabiliyor. Bu da; şayet bu topluma uyum gittikçe zorlaşırsa, başaramazsanız intihar duygusunu artırabiliyor” dedi.
Kimi eşlerini kimisi ise çocuklarını savaş esnasında kaybediyor ve eşlerini, çocuklarını mezara koyamadan, acılarını yaşayamadan vatan topraklarından kaçmak zorunda kalıyor. Kimisi de ailesine reislik yaparak canları pahasına eşlerini savaş ortamında bırakarak güç bela sığınacak bir ülke bulup nice mücadeleler verip oraya kaçıyor. Savaş ortamında kayıp vermeden ailecek kaçanlar ise 20 metrekarelik çadırlarda yaşayacak olsalar bile kendilerini şanslı hissediyor. Onlar iç savaşın tırmandığı coğrafyaların görünmez kahramanları kadınlar… Mezarsız ölümlerin ve yıkıma uğradıktan sonra harabeye dönen toprakların görünmez kahramanları, her alanda her şartta yeni yuvalar kurmaya çalışan kahraman kadınların psikolojik dünyalarına ilişkin açıklamalarda bulunan Uzm. Psikiyatr Dr. Sıtkı Karaca, özellikle sığınmacılara kapı açan ülkelerin ilk sırasında Türkiye’nin geldiğini hatırlattı.
Göç olgularındaki sıkıntıya değinen Karaca, kişilerin, bir yönüyle kendi toplumsal geleneklerini göç ettiği yerlere götürdüğünü, bir yönüyle de o var olan baskıcı algılayıştan ya da anlayıştan yavaş yavaş çıkmak istediğini kaydetti.
Bunun Suriyeliler için de her türlü göçmen için de geçerli olduğunu aktaran Karaca, “Yani Filistinliler aynı şeyi yaşamıştır, Pakistanlılar, Hindistanlılar, Yunanistan’dan Türkiye’ye gelenler, Türkiye’den Yunanistan’a gidenler; toplumsal sınır zorlanmaları yaşamıştır. Bir yönü ile var olan topluma uyum sağlama, bir yönüyle de kendi geleneksel yapılarını devam ettirme. Bu bazen kişide yarık meydana getiriyor. Bir var olan geçmiş toplum geleneksel yapı, bir de geldiği toplum. Bu çok büyük bir fark oluşturursa, bu yarık derinleşiyor ve bu sefer çözünme daha belirgin oluyor. Biz buna disosiyasyon diyoruz. Bu sosyal çözünme, bireysel çözünmeye de döndüğü zaman psikolojik sorunlar da meydana geliyor. Psikozlar gelişebiliyor, anksiyete gelişebiliyor, kaygı bozuklukları gelişebiliyor, uyum sorunları meydana gelebiliyor. Bu kadınlar için değil, erkekler için de geçerli ama kadınlar bunu daha çok yaşıyorlar. Çünkü erkek, zaten dış dünyanın içinde olduğu için o ikilemi evi ile dış dünyası arasında kendi toplumunda da yaşarken, kadın bunu daha çok kendi evinde ya da mahallesinde kapalı dünyada yaşamıyor” diye konuştu.
“BİR KISMI DAHA ÇOK İÇİNE KAPANIRKEN, BİR KISMI İSE YENİ HAVANIN ETKİSİNE GİREBİLİYOR”
Uzm. Psikiyatr Dr. Karaca, göç eden kadınların yaşadıkları yerdeki kültürle göç ettikleri yerdeki kültürün aynı olmaması nedeniyle ikileme düştüklerini ve bu ikilemin de psikolojik sorunları beraberinde getirdiğini ifade ederek, “Yeni dünyaya geldiği zaman yani Türkiye’yi örnek alırsak; Türkiye, toplumsal olarak Arap toplumuna göre daha açıktır, daha laiktir. Arap toplumu laik bir devlet de olsa, İslami gelenek ve görenekler daha baskındır. Bunun başka nedenleri de vardır. Dini, mezhepsel sorunları vardır ama geleneğin getirdiği baskı, bu kadınları ister istemez gelenek içine hapsediyor. Fakat siz gelenekten çıktığınız zaman, yeni bir topluma girdiğiniz zaman o toplum da geleneğiniz ile uyumlu değilse, geldiğiniz toplumu özleyebiliyorsunuz. Hatta o toplumu isteyebiliyorsunuz. Fakat bazı kadınlarda ters tepki yaparken, daha çok içine kapanırken, daha korkar ve endişe sahibi iken bu sefer içe kapanma, eski değerlere daha bağlı olma, bir kısmı ise yeni havanın etkisi ile daha özgürleşme havasına girebiliyor. Oranın açık kültürüne geçme, makyaj kültürüne geçme, onun gibi yaşamaya çalışma, daha serbest hürriyet ya da özgür hissetme, buna doğru döndüğü için de o ikilemi yaşıyor. O ikilem beraberinde psikolojik sorunları beraberinde getiriyor” şeklinde konuştu.
“YENİ TOPLUMA UYUM SAĞLANAMAZSA İNTİHAR DUYGUSU ARTABİLİYOR”
Göç edilen yeni topluma uyum sağlanamaması halinde intihar duygusunun arttığına dikkat çeken Karaca, şöyle devam etti:
“Bireysel sorunda bir yönüyle bu toplumu arzulayabiliyorsunuz. Bu toplumun yaşantısı hoşunuza gidebiliyor, özgürlük havası alabiliyorsunuz. Bu toplumda zaten ertelediğiniz, televizyonlarda gördüğünüz hayatı burada görebiliyorsunuz ve buna uyum sağlamak isterken kendi benliğinizden, kendi kültürünüzden uzaklaşma, beraberinde kaygıları ve çözünmeleri artırabiliyor. Bu da, şayet bu topluma uyum gittikçe zorlaşırsa, başaramazsanız intihar duygusunu artırabiliyor. Maalesef bu da karşımıza çıkıyor.”
“SAVAŞLARDA EN BÜYÜK IZDIRABI YAŞAYAN KADINLARDIR”
Psikiyatr Karaca, “En büyük ızdırabı savaşlarda kadınlar yaşıyor” diyerek, “Kendi kültüründen kopması, kendi mekansal dokunulmazlık ortamından kopması, bunların hepsi kadınları daha çok etkiliyor. Orada kaldığı zaman savaşın etkisiyle tecavüz edilme ihtimali oluyor. Yani, en büyük ızdırabı savaşlarda kadınlar yaşıyor. Savaş kadınlar üzerinden yürütülür. Savaşta bile galibiyet, kadın figürü üzerinden anlatılır. Kadın daha çok yıpranır. Daha çok tecavüze uğrayan, daha çok sorun yaşayan, yokluğu daha çok hisseden kadındır. Kadın oradan kurtuluyor. Bir yönüyle bunun rahatlığı var ama bir başka yönüyle geliyor iki odalı bir evi olsa bile mutfağından ayrıldığı, yatak odasından ayrıldığı, çocuğun ayrıldığı bir odadan 20 metrekarelik bir çadıra hapsediliyor. Bu o insanlar için inanılmaz. Bazen tuvaletlerin ortak kullanıldığı, banyoların ortak kullanıldığı bir yaşam dünyası düşünün. Burada insanlar çok rahat olamaz. Hele mahremiyet duygusu çok fazlaysa, o zaman bunu daha çok hissediyor. Bunu da en çok hisseden kadınlardır” ifadelerini kullandı.
“DİN GELENEKSEL YAPIYI KORUYUCU UNSURDUR”
“Bizim o kişilerin dinlerine saygı göstermemiz lazım, mezheplerine saygı göstermemiz lazım” diyen Karaca, şöyle konuştu:
“Çadırkentte yapılması gerekenler şunlar; din birleştirici unsurdur. Din geleneksel yapıyı koruyucu unsurdur. Bizim o kişilerin dinlerine saygı göstermemiz lazım, mezheplerine saygı göstermemiz lazım. Ona yönelik de organizasyonlar kurmamız lazım. Aslında bizim yapmamız gereken, var olan değerlerin üzerine buranın değerlerini vereceğiz ama eski geleneksel değerlerini kenara atamayız. O zaman hayvani duyguları daha güçlü, kendini kontrol edemeyen, değer oluşturamamış bir varlık haline getiririz ki en büyük tehlike buradadır. O zaman suç makinesine dönüşebiliyorlar. Bizim öncelikle çadırkentlerde mutlaka o kişilerin değerlerine uygun toplumsal yapıyı korumamız ama bir yandan da değişimi de onların önünde aşmamız lazım. Bu topluma entegrasyonu sağlamamız lazım ancak entegrasyon o kişilerin kimliğini yok etme adına dönüşmemeli. Kadınlarla alakalı en büyük görev Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nda görevli uzmanlara düşüyor. Onların dilini anlamak lazım. En azından kedi içlerinde psikologlar, öğretmenler, doktorlar var onlar kullanılarak toplumun kendi dinamiğini sağlamamız gerekiyor ki, bir yanı ile geleneksel yapıyı devam ettirebilsin bir yandan da bize adaptasyon sağlayabilsin.”