Uzman Dr. Yuluğ: "insanları Ve Hayvanları Kenelerden Korumak Gerek"

Uzman Dr. Yuluğ: "insanları Ve Hayvanları Kenelerden Korumak Gerek"

Özel Karadeniz Hastanesi Başhekimi ve Enfeksiyon Hastalıkları Uzmanı Dr. Gürbüz Yuluğ, enfeksiyonlarda ölüm oranlarının halen yüksek olduğunu söyledi.
Yuluğ, Kırım-Kongo Hemorajik Ateşin (KKHA), keneler tarafından taşınan nairovirüs isimli bir mikrobiyal etken tarafından neden olunan ateş, cilt içi ve diğer alanlarda kanama gibi bulgular ile seyreden hayvan kaynaklı bir enfeksiyon olduğunu anlattı. Kenelerin otlaklar, çalılıklar ve kırsal alanlarda yaşayan küçük oval şekilli olduğunu belirten Yuluğ, "6-8 bacaklı, uçamayan, sıçrayamayan hayvanlardır. Hayvan ve insanların kanlarını emerek beslenir ve bu sayede hastalıkları insanlara bulaştırabilirler” dedi.
Türkiye’nin kenelerin yaşamaları için coğrafi açıdan oldukça uygun bir yapıya sahip olduğunu belirten Yuluğ, şunları söyledi: “Türlere göre değişmekle beraber kenelerin, küçük kemiricilerden, yaban hayvanlarından evcil memeli hayvanlara ve kuşlara (özellikle devekuşları) kadar geniş bir konakçı spektrumları mevcuttur. Henüz ergin olmamış hylomma soyuna ait keneler, küçük omurgalılardan kan emerken virüsleri alır, gelişme evrelerinde muhafaza eder; ergin kene olduğunda da hayvanlar ve insanlardan kan emerken bulaştırır. Kene tarafından ısırılma ile virüsün alınmasını takiben kuluçka süresi genellikle 1-3 gündür; bu süre en fazla 9 gün olabilmektedir. Enfekte kan, ifrazat veya diğer dokulara doğrudan temas sonucu bulaşmalarda bu süre 5-6 gün, en fazla ise 13 gün olabilmektedir”
Kanda virüse karşı oluşan antikorların taranması tanı için en sık kullanılan yöntem olduğunu ifade eden Yuluğ, sözlerini şöyle sürdürdü: “Bu göstergeler hastalığın başlangıcından sonra 6. günden itibaren belirlenebilir. Hastalığın bulaşmasında keneler önemli bir yer tutmaktadır. Bu nedenle kene mücadelesi önemlidir fakat oldukça da zor. İnsanlar kenelerden uzak tutulabilir ise bulaşma önlenebilir. Bu nedenle de mümkün olduğu kadar kenelerin bulunduğu alanlardan kaçınmak gerekir. Kenelerin yoğun olabileceği çalı, çırpı ve gür ot bulunan alanlardan uzak durulmalı, bu gibi alanlara çıplak ayak ya da kısa giysiler ile gidilmemelidir. Bu alanlara av ya da görev gereği gidenlerin lastik çizme giymeleri, pantolonlarının paçalarını çorap içine almaları, görevi nedeni ile risk grubunda yer alan kişilerin hayvan ve hasta insanların kan ve vücut sıvılarından korunmak için mutlaka eldiven, önlük, gözlük, maske giymeleri gerekmektedir."
İnsanları ve hayvanları kenelerden korumak için haşere kovucu ilaçların dikkatli bir şekilde kullanılabileceğini belirten Yuluğ, sözlerine şöyle devam etti: "Haşere kovucular hayvanların baş veya bacaklarına da uygulanabilir; ayrıca bu maddelerin emdirildiği plâstik şeritler, hayvanların kulaklarına veya boynuzlarına takılabilir. Diğer canlılara ve çevreye zarar vermeden, haşere ilacı (insektisit) ile uygulamanın uygun görüldüğü durumlarda çevre ilaçlanması yapılabilinir.”
Hastalığın kesin bir tedavisi bulunmadığını dile getiren Yuluğ, şöyle konuştu: “Hastaya destek tedavisi yapılmalıdır. Küçük omurgalılar ve özellikle yerde beslenen kuşlar, keneleri enfekte eden en önemli konak grubunu oluşturmaktadır. Keneler, biyolojik evrimlerinin değişik safhalarında bu canlılardan kan emmektedir. Virüs, vektör kenelerin tüm formlarından izole edilmiştir. Ayrıca, vektör kenelerin larval ve nimfal fazı, Avrupa ve Güney Afrika arasında göç eden göçmen kuşlar üzerinde gösterilmiştir. Bu kuşların virüsün iki kıta arasında taşınmasında rol oynadığı da düşünülmektedir. Hyalomma soyuna ait keneler Türkiye’nin de içinde bulunduğu geniş bir coğrafik alana yerleşmişlerdir ve Türkiye, kenelerin yaşamaları için coğrafi açıdan oldukça uygun bir yapıya sahiptir. Türlere göre değişmekle birlikte kenelerin, küçük kemiricilerden, yaban hayvanlarından evcil memeli hayvanlara ve kuşlara kadar geniş bir konakçı spektrumları mevcuttur.”
Tanı için biyogüvenlik açısından tam güvenli laboratuvarlara ihtiyaç duyulduğunu söyleyen Yuluğ, şöyle konuştu:
“Bu hastalıktan korunmak amacıyla, hali hazırda insanlar ve hayvanlar için geliştirilmiş bir aşı yoktur. Bu nedenle hastalıkta korunma tedbirleri büyük önem arz eder. Özellikle hastalığın epidemik olarak görüldüğü yerlerde genel kene mücadelesinin etkin bir şekilde yapılması esastır. Kene mücadelesi çok önemli olmakla birlikte oldukça da zor. Mera ve mesken keneleri nesillerini devam ettirebilmek için konakçılarından kan emmek zorundadır, genel olarak da konakçı spesifitesi göstermezler. Bu nedenle öncelikle kenelerin aktif olduğu dönemlerde (nisan-ekim) konakçıların uzak tutulması sağlanmalıdır. Böyle yerlere girme zorunluluğu bulunan kişilere çıplak ayakla veya kısa giysilerle girilmemesi lastik çizme kullanmaları veya pantolon paçalarını çorap içine alarak girmeleri tavsiye edilmektedir. Bu yerlerin piknik amaçlı olarak kullanılmasının yasaklanması da bir tedbir olarak düşünülmelidir. Kenelerin bu yerlerde yoğun olarak bulunduğunun bilinmesi durumunda, canlılara ve çevreye zarar vermeden insektisit uygulamalarına baş vurulabilir. Bu amaçla uçak, helikopter, püskürtme cihazı monte edilmiş araç veya sırtta taşınabilen pülverizatörler kullanılmalıdır.”
Yuluğ, gerek insanları gerek hayvanları kene enfestasyonlarından korumak için sıvı, losyon, krem, katı yağ veya aerosol şeklinde hazırlanan böcek kovucuların kullanılabileceğini söyledi.
Yuluğ, insan ve hayvanların kenelerin olduğu yerlerde bulunması durumunda neler yapılması gerektiğini şöyle anlattı: "Vücut belirli aralıklarla kene yönünden muayene edilmeli; vücuda yapışmamış olanlar dikkatlice toplanıp öldürülmeli, yapışan keneler kesinlikle ezilmeden ve kenenin ağız kısmı koparılmadan (bir pensle sağa sola oynatılarak çivi çıkarır gibi) alınmalıdır. Hayvan sahipleri, hayvanlarını, hayvan barınaklarını kenelere karşı uygun akarisidlerle ilaçlamalı, hayvan barınaklarını kenelerin yaşamasına (ahırdaki çatlak ve yarıkların tamir edilmesi ve sık sık kireçle badana yapılması) imkan vermeyecek şekilde düzenlemelidir. Özellikle kırsal kesimde yaşayanlar başta olmak üzere, halkın hastalık hakkında bilgilenmesi ve bilinçlendirilmesi için eğitim ve yayım çalışmalarına ağırlık verilmelidir. Hastalıktan korunmak ve hastalığı kontrol altına alabilmek için Sağlık Bakanlığı ve Tarım ve Köyişleri Bakanlığı arasında koordineli çalışmalar yapılmalıdır.”